Hayata Bakışımız - 2

Ön yargılı davranmak, hayatımız boyunca hepimizin sürekli olarak maruz kaldığı ve bizim de diğer insanları maruz bıraktığımız bir davranış biçimidir. İnsanların çoğu, bu davranış biçimine maruz kalmaktan şikayet etse de ön yargı dediğimiz şey hayatımızın içerisinde kalmaya devam etmektedir. İnsanlar bu davranışa maruz kalmaktan hoşlanmıyorsa, nasıl oluyor da ön yargı dediğimiz şey hayatlarımızın merkezinde kalmaya devam edebiliyor? Acaba ön yargı dediğimiz şey o kadar da olumsuz ve bizi rahatsız eden bir şey değil mi? Gelin bu ihtimale bir göz atalım...

Ön yargı dediğimiz zaman, genellikle aklımıza olumsuz, rahatsızlık veren bir durum geliyor değil mi? Evet. Hepimiz birbirimize  “çok ön yargılısın“, “bu kadar ön yargılı olma“, “ona bir şans ver“,  “bu meseleyi bir de şöyle düşün“ gibi telkinlerde bulunuyoruz. Bu gibi telkinlerde de gördüğümüz üzere, bu tavrı eleştirirken kastettiğimiz temel nokta bir insana, bir meseleye veya aklımıza gelebilecek herhangi başka bir şeye karşı ön yargılı olmamamız, bu şeye karşı olumsuz bir bakış açısı sergilemeyi bırakmamızdır. Bu meselenin başka bir boyutu olabilir mi sizce? Aklınıza başka bir şey geliyor mu? Bakış açımızı genişletmek için isterseniz gelin Türk Dil Kurumu’nun ön yargı kelimesini nasıl tanımladığına bir göz atalım. Türk Dil Kurumu, ön yargıyı “bir kimseyle ya da şeyle ilgili olarak, belirli bir olaya, duruma ya da görmeye dayanan, önceden edinilmiş olumlu ya da olumsuz yargı, kanı“ ve “kişinin, herhangi bir konuda, yeterli kanıta dayanmayan, karşıtı kanıtlansa bile değiştirilemeyen olumlu ya da olumsuz yargısı“ şeklinde tanımlıyor. İki tanıma yer verdim; bunun sebebi iki tanımın da farklı noktalara temas etmiş olması. İlk tanımda, “önceden edinilmiş olumlu ya da olumsuz yargı“ kısmı dikkat çekici. İkinci tanımda da, “yeterli kanıta dayanmayan, karşıtı kanıtlansa bile değiştirilemeyen“ kısmı dikkat çekici. Aslında iki tanım birbirini tamamlar nitelikte.

Evet, biz hayatımız boyunca sayısız deneyim yaşıyoruz; sayısız insan tanıyoruz; sayısız olaya şahit oluyoruz; sayısız olumlu ve olumsuz olay yaşıyoruz. Bütün bunlar zihnimizde yer ediyor. Kimisini hatırlıyoruz; kimisini de bilinçaltımızda depoluyoruz, yeri geldiğinde bilincimize çıkartıyoruz. Aslında yukarıdaki iki tanımın da birbirine benzer olduğu nokta tam da burası. Karşımıza bir olay, bir insan ya da herhangi bir şey çıktığı zaman, hemen geçmiş tecrübelerimize başvuruyoruz. Karşımıza çıkan şeyi, hemen bir sınıfa sokmaya çalışıyoruz. Onu tanımak istiyoruz, tanımak ve ona göre tepki vermek istiyoruz. Bu davranış şeklinde anormal olan bir şey yok. Bütün insanlar böyle davranır. Bir olayı geçmişte yirmi sekiz kere benzer şekilde yaşamışsak, yirmi dokuzuncu kez de benzer şekilde yaşayacağımızı “varsayarız“. Karşımıza çıkan şeyle ilgili olumlu bir deneyim geçmişimiz varsa  “olumlu“, olumsuz bir deneyim geçmişimiz varsa “olumsuz“ bir ön yargıda bulunuruz. Ancak, burada mesele ön yargıda bulunmamız değildir! Burada mesele “son yargı“ da bulunmamızdır. Geçmiş deneyimlerimize dayanarak karşımıza çıkan şey hakkında bir “son yargıda“ bulunmamız ve bu son yargımızı bir daha değiştirmememizdir. Aslında  “ön yargı“ adından da anlaşılacağı üzere başlangıcı temsil eder. Doğru, ön yargının da öncesi vardır. Ancak, ön yargı derken kastedilen şey “karşımıza önceki deneyimlerimizle aynı veya onlarla benzer bir olay, kişi veya durumun“ çıktığı ‘an’dır. Yani içinde bulunduğumuz zaman söz konusudur burada. Yeni tanıdığımız kişiyi on dakikada tanıyabileceğimizi düşünmüyorsunuz, öyle değil mi? Eee ne yapacağız o zaman, hadi geçmiş deneyimlerimize başvuralım“ demek zorunda kalıyoruz doğal olarak. Bizde, o an olumlu ya da olumsuz bir izlenim bırakan bir kişi hakkında ön yargılarımız ilerleyen süreçte kırılabilir, değişebilir. Aslında bu kişinin önceki insanlara benzemesine rağmen hiç de ‘öncekiler’ gibi olmadığını fark edebiliriz. Fark edebilirsek ne mutlu! Ya fark edemezsek?  “Genellikle fark edemiyoruz“ dediğinizi duyar gibiyim. Evet, fark edemiyoruz; belki de fark etmek istemiyoruz. Kendi yargılama gücümüze o kadar güveniyoruz ki, her seferinde “son yargımızı“ vermeye  hevesli oluyoruz!

Aslında iki ön yargı tipi de bizi zarara uğratma potansiyeline sahiptir. Düşünsenize, yeni tanıştığımızda “oldukça güvenilir bir insan“ şeklinde bir  “son yargı“ da bulunduğumuz birisi, sonradan bu son yargımızdan ötürü bizi büyük bir pişmanlığa uğratabilir. Uğratmıştır, uğratacaktır. Ön yargılarımızı kullanmayı öğrenemediğimiz sürece, her ön yargımızı bir son yargıya dönüştürmeye bu kadar hevesli davranmaya devam ettiğimiz sürece pişmanlıklarımız, aldatılmışlıklarımız, yarı yolda bırakılmışlıklarımız ve  “bundan sonra kimseye güvenmem“ şeklindeki serzenişlerimize rağmen yine de insanlara güvenmek istemek için yanıp tutuşmalarımız devam edecektir. “Ee, iyi söylüyorsun, güzel söylüyorsun da bunu nasıl öğreneceğiz“ diye düşünüyorsanız dönüp yine ön yargılarınızı gözden geçirin derim. Belki bir yerlerde  “bir sayfada hayatın sırrını vermeyeceksen ne diye bu kadar gevezelik ediyorsun“ diye bir ön yargınız olabilir! Böyle bir ön yargınız varsa; bunu size ben hatırlattığım için bana kızarak benim hakkımda “sen ne kadar da kendini beğenmiş bir insansın“ şeklinde bir “son yargıda“ bulunuyor olabilirsiniz! O zaman “son yargılarınızı“ da gözden geçirin! Kızmayın kızmayın. Bu cümleler sadece ‘yazının özetini nasıl yapabilirim’ düşüncesinin ürünüydü. Bir sonraki yazıda “hayata bakışımızı“  gözden geçirmeye devam edeceğiz.

Bu yazıyı daha iyi kavramak isterseniz “Güncel olaylar“ ve “O diyorsa doğrudur (Hayata Bakışımız-1)“ başlıklı yazılarıma göz atabilirsiniz.