İnsanlarımız “kendilerinden farklı düşünen“ insanlarla eski dönemlerde çok sert bir şekilde de olsa tartışıyorlardı. Bu tartışmalar bilimsel argümanlar ileri sürerek gerçekleşmese de sonuç olarak gerçekleşiyordu. Bazen çok küçük bir sebepten bazen de oldukça ciddi bir sebepten dolayı tartışılıyordu!

Ülkemizde yaşayan insanların tahammül seviyesi gün geçtikçe daha da azalıyor. Herhangi bir kişiyle herhangi bir zaman diliminde herhangi bir konuda uzlaşmak ve bu uzlaşmayı devam ettirmek gittikçe imkânsızlaşıyor. Ancak, asıl sorun belki de bu değildir. Asıl sorun, belki de “insanlarımızın uzlaşmayı isteyip istemediği“dir. Uzlaşma ortamı kalmadığı için mi uzlaşamıyoruz, ‘uzlaşmak istemediğimiz için’ mi uzlaşma ortamı ortadan kalkıyor? Bu iki süreç elbette birbiriyle ilgili süreçler. Bu ikisinin dışında çok daha başka sebepler de var.

İnsanlarımız “kendilerinden farklı düşünen“ insanlarla eski dönemlerde çok sert bir şekilde de olsa tartışıyorlardı. Bu tartışmalar bilimsel argümanlar ileri sürerek gerçekleşmese de sonuç olarak gerçekleşiyordu. Bazen çok küçük bir sebepten bazen de oldukça ciddi bir sebepten dolayı tartışılıyordu! Ancak, içinde bulunduğumuz zaman diliminde insanlar artık “tartışmaya gerek duymama“ noktasına geldiler. Tartışmayı gerekli görmüyorlar.  Küçücük bir noktada bile “kendisinden farklı düşündüğünü“ anladığı insanla tartışmayı gerekli görmemeye başladılar. “Kendisinden farklı düşünen“ insanın “notunu hemen veriyorlar“ ve onu “karşı kutba“ yerleştiriyorlar. Çoğu zaman ”tartışıyormuş ve karşı tarafa saygı duyuyormuş gibi yapıyorlar” ama hiçbir zaman gerçek bir tartışmaya girmiyorlar. Böylece, belki de birçok konuda ortak noktası olma ihtimali olan insanı kendisinden uzaklaştırmış oluyorlar. Bu söylediğimden farklı düşünen ve davranan birçok insanın olduğuna ben eminim. Ancak, etrafıma baktığım zaman toplum  “genel olarak“ bana böyle görünüyor.

Farklı siyasi partiye sempati besleyenler, farklı dini inançları olanlar, farklı cinsiyetten olanlar ya da bambaşka bir meselede farklı düşünenler diğerlerinin varlığını “dayanılmaz olarak“ görmeye başlıyorlar. Onlarla karşılaşma olasılığı olan birçok ortamdan kaçmaya başlıyorlar. Karşılaştıkları ortamlarda da onlarla “tartışıyormuş ve uzlaşıyormuş gibi“ yapıyorlar ama hiçbir zaman gerçek bir tartışma ve saygı ortamı sağlanamıyor. Çünkü, daha  “karşı tarafı hiç dinlemeden ve anlamaya çalışmadan“ kişi hakkında yargılar veriliyor. Dinlense bile sonuç yine de pek değişmiyor. Yine “sahte bir uzlaşı“ sağlanıyor. “Sorun çıkmasın“ ,  ”aman keyfimiz kaçmasın“ mantığı her seferinde ağır basıyor.

“Sahte uzlaşı“nın ardına baktığımızda başka meselelerin olduğunu da görüyoruz.  “Uzlaşmış gibi görünen“ insanların aslında farklı fikirdeki insanlarla “kutuplaşarak uzlaştıklarını“ görüyoruz. “Kutuplaşarak uzlaşmak“ ne demek? Kutuplaşarak uzlaşmak; gerçekte karşı tarafa saygı duymayanların farklı fikirdeki insanlardan “nefret ederek“, onları “küçümseyerek“, onların arkasından başka ortamlarda onlar hakkında “alaycı ifadeler kullanarak“, bu insanların fikirlerini  “gözden düşürmeye ve önemsizleştirmeye çalışarak“ uzlaşmaları demek. Aslında  “uzlaşmamak“ demek! Bu kullandığım kavram “sahte uzlaşı“ kavramından farklı. “Sahte uzlaşı“nın birkaç adım sonrası da diyebiliriz. “Kutuplaşarak uzlaşan“ insanlar; farklı fikirdeki insanların toplumsal hayatta “tutunamaması“ için, fikirlerinin “saygı görmemesi için“, hatta bu insanların fikirlerinin “dinlemeye bile gerekli görülmemesi için“ birtakım faaliyetlerde bulunanlardır aslında! Bu insanlar her zaman farklı fikirdeki diğer insanlara karşı içlerinde nefret barındırırlar, onları toplumun kenarına itmeye çalışırlar, sürekli olarak “farklı düşünüyor olmalarının“ intikamını o kişilerden almaya çalışırlar. Ancak, bütün bunları olabildiğince gizli yapmaya çalışırlar! Ama bu insanlarla karşılaştıklarında “sahte uzlaşı“ ortamı yaratırlar! Sanki yukarıda sayılanların hiçbirini yapmaya çalışmıyorlarmış gibi davranırlar!

Ancak, sorun düşündüğümüzden de büyük! Tek sorun “sahte uzlaşı“ ortamı olması değil. Asıl sorun, insanların kendilerinden farklı düşünen insanları “toplumsal yaşamın pek çok alanından dışlaması“ aslında! Yani, tek tek kişiler diğerlerini zaten dışlıyorlar. Ancak,  dışlayan insanlar diğer insanları “grup halinde“ dışlamaya başladığı zaman kutuplaşma daha da tehlikeli bir hâl alıyor. “Belli bir görüş etrafında toplananlar“, kendileri gibi düşünmeyen ve davranmayanların kendi bulundukları ortamlarda bulunmasına “tahammül edememekle“ kalmıyorlar, onların bu ortamlarda “bulunmasına izin vermiyorlar“! Bu “izin vermeme eylemi“ni kimi zaman etraflarına “kutuplaşarak uzlaşan diğer insanları“ toplayarak, kimi zaman  “kaba kuvvete, tehdide, şantaja başvurarak“, kimi zaman medya gücünü arkalarına alarak, kimi zaman siyasi partilere  “sırtlarını yaslayarak“, kimi zaman “bilimi“ arkalarına alarak“ yerine getirmeye çalışıyorlar! Gördüğümüz gibi, kutuplaşarak uzlaşan grupların ‘gücü ve etki alanı arttıkça’ farklı fikirdeki insanları toplum dışına itme gücü de artıyor! Aynı zamanda, toplum dışına itme yolları ve yöntemleri de farklılaşmaya başlıyor. Bunun en son örneğini  aşı olanlar-aşı olmayanlar meselesinde görmüştük.  “Aşı olmayanların toplumsal yaşamdan dışlanması gerektiği“ni söyleyen ve bu söylemi destekleyen çok sayıda insan olduğunu görmüştük!

“Kutuplaşmadan uzlaşma“ tavrı nasıl bir tavırdır? Kutuplaşmadan uzlaşma tavrı; farklı fikirleri ve bu fikirlere sahip insanları “tehdit olarak algılamayan“, farklı fikirleri “gizli ya da açık bir şekilde alaya almayan“,  kendisi gibi düşünmeyen insanların da “söz hakkı olduğunu düşünen“, saygının hakim olduğu bir ortamda konuşularak farklı fikirlerden  “farklı kesimlerin faydasına olacak“ yeni fikirlerin çıkarılması gerektiğini düşünen insanların gösterdiği tavırdır. Bu tavrın olduğu ortamda; insanlar  “yargılanmadan“, “geçmişte böyle demiyordun, şimdi ne oldu da fikir değiştirdin“ baskısıyla karşılaşmadan, “bir insanın bir konudaki fikrini savunmanın o insanın her dediğini doğru kabul etmek anlamına gelmediği“nin bilinciyle hareket edebilirler. Bu ortamda; insanlar “gerçek bir uzlaşı“ ortamında olduklarını hissederek çok daha farklı fikirler ileri sürebilirler.  “Fikirlerine katılmayanlar olsa bile fikirlerinin değersiz olduğunu düşünmeyecekleri için“ konuşmaktan çekinmezler. Birisini bir konuda eleştirdiği zaman o kişinin  “kendisine düşmanlık beslemeyeceğini“ bildiği için  “yapıcı olmak kaydıyla“ insanlara eleştiriler getirebilirler. Böylece, hem yeni fikirler ortaya atılacak hem de insanlar kendi varlıklarına ve fikirlerine değer verildiğini hissederek gelişeceklerdir. Diğer insanları da geliştirme isteği duyacaklardır.  “Ben buna bu tavsiyeleri verirsem yarın bir gün bu beni geçer, ben yerimi kaybederim“ derdi olmayacaktır insanların. Bu saydıklarımı okuyan bazı insanlar “keşke“ diyecekler, bazıları da “asla“ diyeceklerdir! Çünkü, bazı insanlar gerçekten uzlaşıya varmak istemezler. Başkalarının fikirlerini dinlemenin, başkalarından tavsiye almanın “kendilerinin diğerlerinden aşağı seviyede olduğunun ispatı“ olduğunu düşünerek eleştirilere şiddetli tepkiler verirler. Tartışmalarda haklı çıkmanın, insanları susturmanın, kimsenin kendilerinin sözünden çıkmamasını sağlamanın, kimsenin onları eleştirmeye cesaret edememelerinin “güç“; bunların tersinin de “güçsüzlük“ olduğunu düşünürler. Belki de kutuplaşmadan uzlaşma meselesini daha iyi anlamak için “güç“ ve “güçsüzlük“ kavramlarını tartışmamız gerekiyordur. Belki de bu kavramlara olan bakışımızı sorgulamamız gerekiyordur. Belki de toplumsal hayatta “güç“ olarak tanımladığımız çoğu şey bir “güçsüzlük“ belirtisidir. Belki de bazı insanların “güçsüz olmaya güçleri yetmiyordur“. Bunu da sonraki yazıda konuşalım...