Hayata Bakışımız - 6

Çok insan var değil mi etrafımızda? Nereye baksak insan. Nereye gitsek insan. Biriyle anlaşsak diğeriyle anlaşamıyoruz. Bazılarımız çok az insanla anlaşabiliyoruz. Bazılarımız çoğu insanla. Bazılarımız neredeyse hiçbir insanla anlaşamıyoruz. Bazılarımız da “herkesle“ anlaşabiliyoruz. Bazılarımız, belki de çoğumuz, kendimizle anlaşmayı bile başaramıyoruz. Ancak, anlaştığımız insan sayısı ne kadar olursa olsun, sonuç olarak, hayat bizi diğer insanlarla anlaşmaya zorluyor. Biz de “hayata bakışımız“ çerçevesinde insanlarla anlaşmaya çalışıyoruz haliyle.

Peki ama neden diğer insanlarla anlaşmak zorunda hissediyoruz ki kendimizi? Sebebi ne olabilir? Ne olacak, sebebi elbette “çıkar“.  Peki biz neye çıkar diyoruz? “Çıkar“ kelimesi bizde genellikle olumsuz bir çağrışım yapıyor gibi değil mi?  “Birilerinin diğerlerini sömürmesi“ şeklinde anlaşılıyor sanki.  “Herkes çıkarına göre davranıyor“ gibi serzenişlerde bulunulduğuna şahit oluyoruz sık sık! Burada çıkar kelimesini nasıl tanımladığımızın bir önemi yok mu sizce? Herkes kendi çıkarını düşünüyorsa bu kadar insan nasıl hâlâ hayatta kalabiliyor? Mutlu ya da mutsuz olması mesele değil burada, mesele yeryüzünde bu kadar insanın  “kendi çıkarına göre davranmasına rağmen“ iyi ya da kötü hayatta kalabiliyor olması! Evet, hayattayız. Belki iyi durumdayız, belki de kötü; ama hayattayız! Gelin işi basitleştirelim isterseniz. Biz aslında neye çıkar diyoruz? “Bize faydası olduğunu düşündüğümüz şeylere“ çıkar diyoruz. “Bize faydası olduğunu düşündüğümüz“ dediğimiz zaman da önümüzde kocaman bir pencere açılıyor. Çünkü, hayata herkes aynı yerden bakmıyor; herkes aynı şeye “benim çıkarıma“ ya da  “onun çıkarına“ demiyor! Bir “kendi çıkarımız“ var, bir  “onların çıkarı“ var, bir de “ortak çıkar“ var. Etrafımızda gördüğümüz çoğu insanın kendi çıkarına göre davrandığını düşünürüz genellikle. İşin garibi kendimiz de çoğunlukla “kendi çıkarımıza göre“ davranırken, diğer  “kendi çıkarına göre“ davranan insanlara kızarız. Bazı insanlar  “sadece kendi çıkarını“ düşünür. Bazıları “kendi çıkarlarından taviz verir ve diğerlerinin çıkarını“ düşünür. Bazıları da  “hem kendi çıkarını hem de herkesin çıkarını“ düşünmeye çalışır. Sonuç olarak “çıkar çatışması“ olmaması imkânsızdır! Mesele çıkar meselesine nasıl baktığımızdır. Olaylara bakışımızdır.  “Hayata bakışımız“dır.

Çıkar, bazen olay çıkmasın diye susmaktır. Bazen yapılan kabalıkları görmezden gelmektir. Bazen kanınızı emmeye çalışan insanların amaçlarının ne olduğunu bilmenize rağmen onlara hoşgörülü davranmaktır. Çıkar, bazen hırsızlık yapmaktır. Bazen birisine durduk yere iyilik yapmaktır. Bazen bir çocuğun, bazen de bir hayvanın başını okşamaktır. Bazen birbirini seven iki insanın arasını açmaktır. Bazen intihar etmektir çıkar. Bazen hiçbir şey yapmadan gökyüzüne bakmaktır çıkar. Çıkar, bazen kendi başına kalmaktır. Bazen insanların kafasını şişirmektir yok yere. Çıkar, bazen “iyi şeyler yapmak için“ ‘kötü şeyler’ yapmaktır. “Kötü şeyler yapmak“ için de ‘iyi şeyler’ yapmaktır! Bazen diğer insanların iyiliği için kendini feda etmektir. Bazen de “sadece kendi iyiliğin için“ diğer insanların hepsini feda etmektir çıkar! İşte “herkesle iyi anlaşan insanlardan bazıları“ bunu yaparlar.  “Sadece kendilerinin çıkarı için“ geri kalan herkesi feda ederler! Sadece kendi çıkarlarını düşündükleri için “rüzgâr nereden eserse“ oraya doğru giderler. Bunların yaşının, cinsiyetinin, mesleğinin, gelir durumunun, statüsünün önemi yoktur! Bunlar hem her yerdedirler hem de hiçbir yerdedirler! Rüzgârın sağa sola savurduğu kurumuş yapraklar gibidirler. Bir oradadırlar, bir şurada, bir burada. Sabit bir yerleri yoktur. Nerede olduklarını, nereye gideceklerini kolay kolay kestiremezsiniz. Kestirseniz bile sadece izlemekle kalırsınız onları. Öyle ustalıkla  “bir yerden bir yere“ giderler ki, sadece izlemekle yetinmek zorunda kalırsınız onları. Bunlar, hem herkesi severler hem de hiç kimseyi sevmezler. Bugün sizi seviyor olmaları, yarın da sevecekleri anlamına gelmez. Rüzgâr “sizin tarafınızdan“ eserse sizin doğru dediklerinize doğru derler; rüzgâr başka bir yerden eserse “başka yerdeki doğrunun“ peşine düşerler. Size düşman olsalar bile “size düşman olmazlar“! Düşmanlıklarını gizlerler. Size “bir gün lâzım olabilir“ gözüyle bakarlar. Bir türlü anlam veremezsiniz neyi neden yaptıklarına.  Bir gün durduk yere size tavır yaparken görürsünüz onları; bir gün de abartılı sevgi gösterileri yaparken! Bir gün söylediklerini başka bir gün inkâr ederler. “İnkâr ettiklerini de inkâr ederler“. Hatta bunu o kadar büyük bir ustalıkla yaparlar ki, siz kendinizin suçlu olduğunuzu düşünürsünüz! Aslında bazı insanlar bunların gerçek yüzünün farkındadır. Neler yaptıklarının, yapabileceklerinin farkındadırlar. Ama bu insanların net bir tavrı olmadığı için onlar da tam olarak çözemezler bunları! Sanki bu insanlar  “çıkarları için“ yaşamıyor,  “çıkarları“ bu insanlar için yaşıyor gibidir! O kadar silikleşirler, o kadar görünmez olurlar ki sadece etrafımızda yer kaplarlar! Sadece o kadar! Kimlikleri, kişilikleri, çizgileri yoktur. Ama “çizgileri olanları“  çizgilerinden saptırmakta ustadırlar. Ama bütün maharetleri de bu kadar  “silikleşebilme“ leridir aslında! O kadar görünmez olurlar ki, siz onlardan iyi ya da kötü bir şey bekleyemez hale gelirsiniz. Hem görürsünüz hem görmezsiniz onları.

Şimdi her şeyi bir kenara bırakalım ve “sadece kendi çıkarımızı düşünen“ biri olduğumuzu düşünelim. Bu durumda diğer “sadece kendi çıkarını“ düşünenlere kızabilir miyiz? Kızamayız değil mi? “Sadece kendi iyiliğimiz için diğer insanların hepsini feda edebilen“ bir insan değilsek kızabiliriz. Buna hakkımız vardır. “Sadece kendi iyiliği için diğer insanların hepsini feda edebilen“ bir insan ise, her şeye hakkı olduğunu düşünür ama  “hakkı olduğunu“ da belli etmez! Bütün bu söylediklerimden sonra “neye hakkımızın olup neye hakkımızın olmadığına“ karar vermek de size düşüyor...