Gözetimin gözetledikleri - 6

“Küresel Kapatılma“dan dolayı daha yoğun olarak “dijital ayak izlerimizi“ teknolojik aletlerde bıraktığımızdan geçen yazıda söz etmiştim. Şimdi, meselenin başka boyutlarından söz etmek istiyorum. Birileri bizi ‘dijital ayak izlerimizi’ bırakmaya zorluyor mu, yoksa biz gönüllü olarak mı “dijital itiraf“larda bulunarak bu ‘iz’leri bırakıyoruz? Gönüllü yapıyorsak neden gönüllüyüz? Zorunda olduğumuz için yapıyorsak neden karşı koyamıyoruz?

Aslında, gönüllü-zorunlu şeklinde bir ayrım yapmak pek mantıklı gelmiyor bana. İnternetin, akıllı telefonların, tabletlerin ve bilgisayarların günümüz dünyasında çok önemli yer tuttuklarını hepimiz biliyoruz. İstesek de istemesek de bu aletleri kullanmak zorunda kalıyoruz. Kimse gelip,  “Bunları kullanacaksın“ diyerek boğazımıza basmıyor, basmıyor basmasına ama asıl sorun da burada belki de! İnsanlar, bu meseleye “İsteyen kullanır, istemeyen kullanmaz“ şeklinde yaklaşsalar da yine de içinde bulunduğumuz durumu tek bir cümleyle özetleyebiliriz belki de: “Gönüllü olmak zorunda kalıyoruz!“

“Gönüllü olmak zorunda kalmak“ bence güzel bir özet cümlesi. Tam da bizi anlatıyor! Neden? Çünkü, içinde bulunduğumuz dünyada, insanların yaptıkları neredeyse bütün işlemler “dijital“ hale gelmiş durumda.  “Gönüllülük“ ve “zorunluluk“ şeklinde iki kutuplu bir durum yok o yüzden ortada. Nasıl ki herhangi bir özel kurumda ya da devlet kurumunda işlem yaparken kişisel bilgilerimizi vermek zorunda kalıyorsak, “dijital mecralarda“ da aynı durum geçerli. Arkadaşlarımız da orada, düşmanlarımız da orada, bizi sevenler de orada, sevmeyenler de orada.  Hatta devlet bile artık orada, hem de uzun zamandan beri!

Facebook, Instragram, YouTube, Skype, Gmail, Whatsapp, Telegram, Twitter ve daha niceleri! Herkes burada! Herkes bizi  “buralara“ çağırıyor. Arkadaşlarımız, ailemiz, sevgilimiz, hatta devlet bile! Bu “Dijital İtiraf Mecraları“na gitmezsek; kendimizi kimsesiz, yalnız, derbeder, ezik ve dünyadan kopmuş gibi hissediyoruz. Herkes “Sen daha gelmiyor musun?“ diyerek el sallıyor bize. Biz de kıramıyoruz onları, “gönüllü olarak buralara dahil olmak zorunda kalıyoruz!“  Yahu herkes burada! Hemen açıyoruz bir  “Instagram profili“, başlıyoruz tanıdıklarımızı eklemeye! Arada bir tanımadıklarımızı da ekliyoruz ve “Oh be, ne güzelmiş ‘buralar’ “ diyoruz.

Bütün bilgi akışı bu “Dijital İtiraf Mecraları“ndan sağlanıyor. “Kimse bizi zorla buraya sokmadığına göre sıkıntı yapacak bir şey yok“ diye de düşünüyor insanlar.  “Bak, her şeyinizi paylaşmayın ‘buralar’da“ diyorsunuz,  “Aman canımm, sen de ne kadar paranoyaksın; işleri güçleri yok seni mi takip edecekler. Sen kendinin çok önemli birisi olduğunu mu düşünüyorsun?“ şeklinde geri bildirim alıyorsunuz. Ama ne hikmetse herkes ‘buralar’da  “kendisinin çok önemli bir insan olduğunu“ ispatlamaya çalışıyor!  Normal hayatta kendisini “hayattaki en gereksiz varlıkmış gibi“ hisseden çoğu insanın, ‘buralar’da “önemli biri olduğunu göstermek için“ atmadığı takla kalmıyor! Elbette herkes kendisini  “ezik ya da gereksiz“ hissettiği için ‘buralar’da değil. Bunun ayrımını yapmak lâzım. Bazıları başka amaçlarla kullanıyorlar ‘buralar’ı.

Arkadaş sayımız, gönderi sayımız, “dijital itiraf“ sayımız ve “bilinilirliğimiz“ arttıkça her şeyi itiraf etme isteği doluyor içimize! “Kim olduğumuz“, “hangi mekânlarda vakit geçirdiğimiz“,  “kimlerle vakit geçirdiğimiz“,  “nasıl vakit geçirdiğimiz“,  “gece uyumadan önce neler yaptığımız“, kısacası hayatımızla ilgili “neredeyse her şeyi“ ‘buralar’da paylaşmaktan vazgeçemiyoruz! Ancak, şöyle bir durup düşününce çok temel bir gerçeğin olduğunu unutuyoruz. Bütün paylaşılan bilgilerin, özellikle sosyal medyadakilerin, bizi ilgilendirip ilgilendirmediği gerçeğini unutuyoruz. Sürekli bir bilgi bombardımanına maruz kalıyoruz. Yolda yürürken ayağını çekenler, hayvan severken video çekenler, sahilde güneşlenirken ‘ayaklarını ön plâna çıkararak’ çektiği fotoğrafı paylaşanlar, işe giderken minibüsün camından yolu çekenler, aynanın karşısına geçerek kendisini çektikten sonra paylaştığı fotoğrafla bizi ‘kendisine çekmeye’ çalışanlar ve daha neler neler! İnsanların “Peki ama bunlardan banane“ dediklerini duyuyoruz sık sık. Burada sorun yok. Asıl sorun, bu gönderileri paylaşanların hangi amaçla paylaşım yaptıkları!

Mesela, “Sabah kalkınca yüzüm böyle oluyor, baakk“ diyerek poz veren ve bunu paylaşan kişi, bu bilginin diğer insanları  “ilgilendiren tarafının“ olup olmadığını düşünüyor mu? “Bunu neden paylaşıyorum ki“ diye soruyor mu? Bilemiyoruz, bilmek istiyoruz ama şimdi bunun sırası değil. Konuyu dağıtmayalım.

İnsanların bilerek ve isteyerek paylaştıkları bu gönderilerin dışında “gerçekten zorunda kalarak“ paylaştıkları veriler de var. Mesela, bir işte çalışıyorsanız, bir öğrenciyseniz, herhangi bir devlet kurumu ya da özel kurumda görevliyseniz, Whatsapp gibi bir uygulamada “arkadaş grubu“ kurmak ve buna dahil olmak zorunda kalıyorsunuz. İşle ya da okulla ilgili her şeyi bu ya da benzeri bir uygulamadan konuşuyorsunuz çünkü. Herhangi bir üyelik, iş başvurusu ya da benzeri bir işlem için de bir e-mail hesabı almanız gerekiyor. Hemen Gmail uygulamasından bir e-mail hesabı açıyorsunuz ve başlıyorsunuz  “itiraf etmeye!“ Çünkü, e-mail adresi olmayınca birçok şeyden mahrum kalabiliyorsunuz. Mesela, YouTube üzerinden izlediğiniz videoları beğenememe, yorum yapamama gibi durumlarla karşılaşıyorsunuz. Aynı zamanda, bir e-mail hesabınız olmadan YouTube benzeri uygulamalardan video izledikten sonra, tekrar benzer içeriklere ulaşmakta zorlanıyorsunuz. Mesela akıllı telefonunuzda Gmail hesabınız açık olunca YouTube uygulamasındaki  videolara dilediğiniz gibi yorum yapabiliyorsunuz ve iki gün önce izlediğiniz videoya benzer videolara ulaşmakta zorluk yaşamıyorsunuz. Bu konulara  “Dijital Ayak İzlerimiz“ başlıklı yazımda değinmiştim.

Şimdi başka bir noktaya temas etmem gerekiyor. Bütün bunları yapıyoruz, her türlü bilgimizi paylaşıyoruz. Aslında, bütün bunların sonunda ortaya çıkan tek bir şey var: “Dijital kimliğimiz.“ Evet, dijital kimliğimiz. Bütün bu uygulamalar neredeyse istisnasız bir şekilde birbirleriyle “bütünleşik“ halde oldukları için sizin ‘buralar’da yaptığınız bütün hareketleri kaydediyor ve sizin “dijital kimliğinizi“ çıkartıyor. Diğer uygulamalar arasında bağlantı kuruyorlar. “İstihbarat örgütlerinin“ yüklerini hafifletiyor! Devletin de işini kolaylaştırıyor! Siz bazen bilerek ve isteyerek, bazen de “gönüllü olmak zorunda kalarak“ sizinle ilgili neredeyse her şeyi  ‘buralar’da paylaşıyorsunuz!

Mesela, Whatsapp gruplarında neredeyse her şeyi konuşuyorsunuz! “Kimlerden hoşlanmadığınızı“, “kimlerin dedikodusunu yaptığınızı“,  “nasıl plânlar yaptığınızı“,  “hangi saatte hangi işlerle meşgul olduğunuzu“ ve daha neler neler! Diğer bütün uygulamalara bakınca da benzer şeyler görüyoruz. Bütün bu uygulamaları kullandıkça  “dijital kimliğimizi“ daha da netleştiyoruz. Bizimle ilgili her şeye vakıf olmaya devam ediyorlar, hatta kendimizin bile farkında olmadığımız şeylere bile! Parmak izimize, yüzümüzün bütün kıvrımlarına, hastalıklarımıza (e-nabız gibi uygulamalarla), trafik cezalarımıza, okuldaki notlarımıza, kimleri terk ettiğimize ve kimler tarafından terk edildiğimize, kimler hakkında hangi plânları yaptığımıza ve nicelerine! Normal şartlarda “Sen benim özelime karışamazsın!“ diyerek etrafındakilere “çemkiren“ herkes, kendisi hakkında neredeyse her şeyi paylaşmaktan geri kalmıyor!

Bu uygulamaların, “Mesajlarınız uçtan uca şifrelenmiştir“, “Sizin özel bilgileriniz bizim kırmızı çizgimizdir“ benzeri “güven inşa etmeye çalışan“ sözlerinin bir palavradan ibaret olduğu “ihtimali“nin bile insanları dehşete düşürmesi gerekirken, tam tersi oluyor. İnsanlar, “Amaan, istediklerini yapsınlar bilgilerimle, benim kimseden gizlim saklım yok“ şeklinde bir yaklaşımda bulunuyorlar. Ancak, “gizlim saklım yok“ diyerek paylaştıkları bilgilerin “arkadaşlar arasında yapılan dedikodu masasında“ paylaştıklarına benzemediğini unutuyorlar! Sizi sevmeyen kişiler, sizin hakkınızdaki bilgileri en fazla sizi sevgilinizden, diğer arkadaşlarınızdan soğutmak ya da bunlara benzer başka bir amaç için kullanır. “Çok önemli birisi olmadığınızı“ düşündüğünüz için bu durum belki de sizi çok etkilemez. Ancak,  “Dijital İtiraf Mecraları“nda yapılan “itirafların“ nerelerde, kim tarafından, hangi amaçla, ne kadar süre, neye karşılık olarak kullanılabileceğini tahmin bile edemezsiniz. “Tahmin etmek“ de istemezsiniz. Çünkü, tahmin etseniz bu uygulamaları kullandığınıza lanet edebilirsiniz! “Bu uygulamaların yaratıcıları“, sizin böyle bir “lanetleme eyleminde bulunmanıza“ çok ama çok üzülürler! Hep onlarla kalın isterler!

Evet, neredeyse her şeyi “Ben buyum, gizlim saklım yok“ diyerek itiraf ettiniz. “Dijital Kimliğinizi“ oluşturmuş oldunuz. Sizinle ilgili belki de her şey artık kayıt altında. “Sizi tanıyorlar“, hem de sizden de iyi tanıyorlar! Sistem onların elinde, bilgiler onların ellerinde. Bilgilerinizin kötüye kullanımı halinde “Ama hukuk var, insan hakları var, özel hayatın gizliliği diye bir şey var“ şeklindeki serzenişlerin de pek işlevsel olacağını düşünmüyorum. Abarttığımı mı düşünüyorsunuz? Bence hiç abartmıyorum. Hatta “az“ bile söylüyorum. Abarttığımı düşünenler varsa, böyle düşünmeye devam etsinler. Ben diğer yazıda da “abartmaya“ devam edeceğim.