BRÜKSEL NOTLARI

“Magritte felsefesine hazırım. Bu bir PİPO tasarısıdır. Brüksel’de birkaç gün geçirince bunu anlatırım…” diye yazmıştım.

Brüksel’de yağmuru da kahveyi de daha çok yaşadım. Charleroi Havaalanı’na inmekle başladı her şey. Şehre giden otobüs yolculuğu manzaralarımın filmiydi. Her yolculuk bir film çekimidir zaten. Önce tüm sekanslar karışıktır, filmin örgüsü yavaş yavaş aydınlanır. Filmim tarzımdır. Önce mekanlar, sokaklar ve meydanlar vardır. Sonra şehirle tanışırım.

Otele vardım ve 6. katından sokağa baktım. Aynaları severdim ve otelimizin aynasında yazan şöyledi: “İyi görünüyorsun. Her zamanki gibi…” Fransızca konuşulan bir şehirde duygularımız rehberimizdi. Bu şehir bizi mutlu etti.

French fries değil Belgian Fries! Patatesin ve biranın hayatla ve haraketle bir ilgisi olduğunu anladım. Uzayan kuyruklar hayata katılma biçimiydi. Manneken Pis heykelciği yakınlarında insanlar karışıktı ve sokaklar çakışmıştı.

Maison Dandoy’da duyularımı ve duygularımı parıldattım, tereyağı kokusuyla kendimi ayarttım..

Birkaç yerde 3-5 Belçika birası yuvarladım…

Güne hep iyi kahveyle ve iyi kavaltıyla başladım. Şehrin sokaklarında durmadan dolaştım. Önce otelimizin kahvesini yudumladım, sonra YUKA’nın long black kahvesiyle yol aldım. Bir ağaç vardı, o caddeye de hayran kaldım.

Bir parkla ve bir saray bahçesiyle tanıştım, sokakta yaşayanlarla selamlaştım; ihtişamı alkışladım, çelişkileri sorguladım.

Magritte felsefesine de yaklaştım. Yani paradoksun ve İmgelerin İhaneti’nin hazzına vardım. “Gerçek olan sıradan olabilir, elma aslında elma olmayabilir. Bir melon şapka, bir yeşil elma  ve bir pipo…” Buna çoktan hazırdım…

Hazirandı. Şehrin ışıklarına da karıştım, Wolf’a da uğradım, kurt baskılı bardağım da oldu.

Grand Place Meydanı’nda kendi etrafımda döndüm, bu bir çeşit sarhoşluktu, sanata; muhteşem saray ve bina görüntulerine saygı duruşumdu.

İyi olmak için bira’z sevgi ve bira’z çikolata yetiyordu… Çikolata müzesinde kakaonun hükmü okunuyordu. Yokluktan tokluğa, karanlıktan ışıltıya varan bir dönüşümdü bu. Çikolatanın tarihi hüzünden mutluluğa, tutkudan aşka varan bir yolculuktu. Kakao Afrika’da bir yer, pralin şımarık çocuğumuzdu. “Asıl yoksulluk bundan sonra başlıyordu…”

Brüksel’de zaman algısı genişliyor, güneş bir türlü batmıyordu… Peyo’nun ve yoldaş Şirinlerin ülkesinde, iyi ve nazik insanlar çoktu…

ART NOUVEAU akımı bu şehrin damarlarında dolaşıyordu. Avrupa’nın siyasi başkentinde dünyanın nabzı atıyordu.

Dört KWAK birasıyla başladı dönüşümüzün yolculuğu.

Aklımız kuklaların barı Poechenellekelder‘de, Delirium’da ve Brugge’de kaldı.

Otelden ayrılırken Charles Aznavour çalıyordu.

Film sürüyor, herkes bira içiyor, Brüksel’de bir çocuk durmadan işiyordu…