İktidarın hakikati

İktidar kelimesini duyunca aklınıza ne geliyor? Devlet mi ? Hükümet mi ? Son seçimlerde en çok oy alan parti mi? Uzun yıllar bulunduğu yerde kalmasını istediğiniz kişiler mi? Yoksa bir an önce gitmesini isteğiniz kişiler mi? İktidar kelimesi telaffuz edilince buna benzer şeylerin aklınıza gelmesi muhtemeldir.

İktidar kelimesini duyunca aklınıza ne geliyor? Devlet mi ? Hükümet mi ? Son seçimlerde en çok oy alan parti mi? Uzun yıllar bulunduğu yerde kalmasını istediğiniz kişiler mi? Yoksa bir an önce gitmesini isteğiniz kişiler mi? İktidar kelimesi telaffuz edilince buna benzer şeylerin aklınıza gelmesi muhtemeldir.

Ancak, ben iktidar kelimesine daha geniş bir  anlam verme taraftarıyım. İktidar, en temel anlamıyla bir işi yapabilme gücüdür. İktidar; düşünceleri, hisleri, bedenleri, tutum ve davranışları; kısacası her şeyi yönetebilme gücüdür. Ancak, bu yönetme eyleminin başlangıcı devlet değildir. Yönetme eylemi kişinin kendisinden başlar. Hepimiz, hayatımız boyunca, öncelikle kendimizi yönetmeye çalışırız. Yeme içme alışkanlıklarımızı, uyku saatlerimizi, bedenimizi, davranışlarımızı, içgüdülerimizi, harcamalarımızı, duygularımızı ve aklınıza gelen diğer bütün şeyleri. Kendimizi yönetmeye çalışırken sürekli olarak kendimizle bir  “mücadele“ içerisine gireriz. Kendi üzerimizde bir  “iktidara“ sahip olmaya çalışırız. Bunu yaparken kendimize “baskı“ da uygulayabiliriz; ama aynı zamanda kendimize “hoşgörülü“ de davranabiliriz.

Yaşamımızı sürdürmek için diğer bütün varlıklarla da iletişim kurmamız gerekir. Bu da,  bizim onları yönetmemiz, onların da bizi yönetmesi gerektiği anlamına gelir. Bu varlıklar sadece insanlar değildir. İnsanlarla birlikte hayvanları, bitkileri, doğadaki bütün “doğal“ nesneleri ve kendi elimizle ürettiğimiz bütün “yapay“ nesneleri de yönetmemiz gerekir. Yönetmeye çalıştığımız şeyler üzerinde baskı da kurabiliriz; hoşgörülü ve uzlaşımcı bir yönetime de başvurabiliriz. Yönetme eylemi bir tarafın diğer taraf üzerinde “kesintisiz“ bir iktidara sahip olması anlamına da gelmez. Nasıl kendimizi yönetmeye çalışırken kendimizle “mücadele“ ediyorsak; aynı zamanda diğer varlıkları yönetirken de taraflar arasında sürekli olarak “iktidar mücadelesi“ meydana gelir. İktidar, bir tarafın sahip olduğu sabit bir “mal“ değildir. Sürekli “dolaşım“ halindedir. Güç dengeleri her an değişebilir.

Bir taraf diğeri üzerinde uzun süreli bir iktidara sahip olabilir. Ancak bu, iktidarın sonsuza kadar bu şekilde bir tarafta kalacağı anlamına gelmez. Bir tarafın diğer taraf üzerinde, karşı tarafın karşı koyamacağı bir hakimiyeti söz konusu ise bu duruma iktidar değil  “tahakküm“ denir. İktidar mücadelesinin meydana gelmesi için, iki tarafın da belli bir oranda özgürlüğe sahip olması, üzerinde kurulmak istenen iktidara karşılık verebilme imkanının olması gerekir. Michel Foucault’nun da dediği gibi  “iktidarın olduğu her yerde mutlaka direniş de vardır“. Bir taraf diğerinden daha güçlü diye  “sürekli olarak“ güçlü olan güçsüz olanı yönetecek diye bir şey yoktur. Örneğin; bir öğretmen, öğrencileri üzerinde bir iktidara sahiptir.  Öğrencileri yönetmek için elindeki gücü kullanmaya çalışır. Ancak, öğretmenin yönetimi sürekli devam edemez. Çocukların da öğretmenleri üzerinde bir iktidarı vardır.

Burada sadece tarafların kullandığı “araçların“ değişmesi söz konusudur. Öğretmenin araçları yetkisi ve bilgisidir. Çocukların araçları ise, her şeyden önce sınıfta sayılarının fazla olması, bir şeyi anlamadıkları zaman soru sorabilme haklarının olması vb. diğer araçlar olabilir. Öğretmen, kendi araçlarını kullanarak çocukları yönlendirebilir. Ancak, çocuklar da gereksiz sorular sorarak öğretmenlerinin psikolojik dengesini bozabilir, dersin gidişatını aksatabilir. Aynı şekilde, ebeveynlerin çocuklarını sürekli yönetmesi de mümkün değildir. Hatta çoğu zaman ebeveynler çocuklarının isteklerine ve ihtiyaçlarına göre şekil alırlar. Aslında güçlü olan taraf ebeveynlerdir; ancak gerçekte durum hep böyle sürmez. Başka durumlara baktığımızda da aynı şeyi görürüz. Örneğin; kadın erkek ilişkileri. Burada da, ikisinin de birbirleri üzerinde iktidara sahip olmak için  “araçları“ vardır.

Bu araçların olumsuz olması şart değildir. Örneğin; bir kadın ya da bir erkek, sevgilisi üzerinde  “dürüstlüğü“ ile iktidar kurabilir, ilişkilerini olumlu bir şekilde yönlendirebilir. Örnekler uzatılabilir. Siyasi iktidar söz konusu olduğunda da benzer bir durum söz konusudur. İktidar, diğer insanları yasalarla, güvenlik güçleriyle, medyayla veya çok daha çeşitli başka yöntemleri kullanarak “baskıyla“ veya  “hoşgörüyle“ yönetebilir. Elbette, diğer günlük ilişkilere nazaran devletin zorlayıcı gücü oldukça büyüktür. Ancak, bildiğimiz gibi siyasi iktidar, sürekli olarak görevi kendisine vermesi için vatandaşlarını “ikna etmeye“ çalışmaktadır. Buradan da iktidar ilişkileri ortaya çıkmaktadır. Sadece baskı ile yönetmek her zaman mümkün olmayabilir. Bu  durumda,  aynı zamanda vatandaşlar da  “siyasi iktidar üzerinde iktidara sahip olmak“ için belirli araç ve yöntemler kullanabilir. Aynı zamanda, doğadaki doğal ve yapay nesneleri de yönetmeye çalışırız. Yeryüzü şekillerini,  hayatımızı daha rahat sürdürebilmek için biçimlendirmeye çalışırız. Mevsim koşullarının üzerimizdeki olumsuz etkilerini en aza indirmeye çalışırız. Onlar bizi yönetmeye çalışırken biz de onları yönetmeye çalışırız.

Aynı şekilde ürettiğimiz yapay nesneleri de yönetmeye çalışırız. Örneğin; bizim yeryüzünün üzerinde kurduğumuz  “iktidar“ neticesinde meydana getirdiğimiz köprüler, yollar gibi yapay nesneler bir süre sonra bizim üzerimizde  iktidar kurmaya başlar. Onlara göre hareket etmeye başlarız.  Bütün bunlara bakarak ne diyelim?  “İktidarın hakikati“  tek, değişmez ve sabit bir iktidarın olmamasıdır diyelim. Bizim yapmamız gereken en önemli şey ise  “her yerde olan iktidarı“ nasıl kullanacağımıza karar vermek. Hoşgörüyle mi  baskıyla mı? Karar sizin...