KUPÜRLERDEN YANSIYANLAR

1970’li yıllarda deniz sefaları Bigalıların çoğunluğu için günübirlik yaşanırdı. Karabiga, Gürecialtı, Kemer köyü gibi yerlerde Bigalıların yazlıkları vardı. Günübirlikçiler, hem buralardaki yakınlarının evlerine hem de Denizkent, Erdek, Aksaz, Şahmelek gibi kıyılara genellikle Pazar günleri giderlerdi.

Bizim mahalledeki hemen her aile günübirlikçiydi. Kimi zaman bir iki aile Gürecialtı’ndaki annemin amcasının kızı Emine Hanım’ın yazlıklarına gider, kimi zaman da dayım Nuri Çakan’ın Steyr kamyonunun kasasına sığan bütün mahalle ile birlikte deniz keyfine doğru yola çıkardık.

Kamyonun kasasına kilimler serilir, yaşlı hanımların şilteleri hem altlarına hem de sırtlarına özenle yerleştirilir ve yola revan olunurdu. Deniz özlemiyle yanan biz çocukların azgınlıklarının gazabından korunmaya çalışılan tencere tencere yemeklerin önüne cansiperane kalkan olan annelerimiz, hem çığlık çığlığa oturmamızı söyler, hem de yakaladığına yarım yamalak bir tokat aşkederdi.

Güneş yağı bilmez, bilsek de alamaz, alsak da kullanmaz, kullansak da bir deniz bir kum banyosu yaparken zerresi kalmadığından akşam ıstakoz gibi kızarmış derimize sürülen Arif Ağabey’in yoğurdunun serinliğiyle avunurduk.

Kaptan Kusto’nun (Jacques-Yves Cousteau), 1968 ile 1976 yılları arasında çektiği, sanırım bizde Denizler Altında adıyla oynayan “Jacques Cousteau’nun Denizaltı Dünyası” adlı belgeselleri izledikçe tek amacım, bir gözlük bir de şnorkel almak olmuştu. Sonuçta muradıma erince, benim için günübirlik deniz tatilleri, denizin altında geçmeye başlamıştı.

Tüplü dalışı icat eden Kusto’nun, TRT’de siyah beyaz izlediğimiz bu belgeselleri bizim dönem çocuklarını derinden etkilemişti. Kimimiz, bildiğimiz, gördüğümüz dünyaların dışındaki bu derin maviliğe ram olmuş, bilimin yeni pencerelerini aralama çabasını içimizde yeşertecek tecessüs kıvılcımlarıyla tanışmıştık.

Bu belgesellerin hayatımı değiştirmesinden yıllar sonra Kusto’nun koleksiyonunu içeren Monako’daki deniz müzesini gezerken de, 2016 yılında, tüplü dalış için eğitim alıp, Kaş’ta ilk dalışımı gerçekleştirdiğimde de Kaptan Kusto hep yanımdaydı.

Denizin hep aşık olduğum maviliğine, karanlıktaki çırpıntılarının esrarına, Gürecialtı’nın rüzgarında eksik olmayan beyaz köpüklü dalgalara, altın kumların huzuruna, Kusto derin mavinin gizemlerini eklemişti.

Gelelim tüm bunları aklıma getiren gazete kupürüne…

Günümüzden tam 60 yıl önce 17 Ağustos 1960 tarihli Birlik gazetesinin ikinci sayfasında yayınlanan bir ilan, Karabiga’da ilk yazlıkların haberini veriyor:

“Karabiga’da Eski Park mevkiinde, denize nazır ve Şehir Planına dahil 38 parselden ibaret sahanın parselizasyonu ikmal edilmiş olup satışa arzedilmiştir.

Arsaların metrekaresi 2 ilâ 10 lira

Taliplerin Karabiga’da Bakkal Süleyman Umur’a müracaatla bu büyük fırsatı kaçırmamalarını tavsiye ederiz.”

1960 yılının ortalama altın gram fiyatı 16 lira olduğuna göre, ortalama metrekare fiyatı olan 8,5 lira, günümüzde kabaca 200 liraya tekabül eder. Bu fiyat, Karabiga’daki imarlı bir arsanın taban fiyatları civarında. Yani aslında 60 yıl öncesinden bugüne büyük bir fiyat farkı olmamış diyebiliriz.

KARABİGADA SAYFİYELİK ARSALAR