KUPÜRLERDEN YANSIYANLAR

Bir Cuma sabahıydı... TEKEL’in yanındaki Ülkü Ocakları, Sahil Yolu’ndaki Milli Türk Talebe Birliği, Biga Müzisyenler Derneği’nin dibindeki Kültür Derneği, Adalet Partisi’nin üst katındaki Türkiye İşçi Köylü Partisi ve de CHP lokalinekonuşlanmış İlerici Gençlik Derneği mensubini, her gece olduğu gibi ütopyalarını rüya yapıp daldıkları uykularından bir kâbusa uyanıyorlardı. 

Sabahleyin annem, karanlık yatak odamıza kafasını uzatıp, sessiz bir çığlık gibi “İhtilal oldu, kalk!” dedi. 

Sesinde, önemli bir şeyler yaşanacağını bilenlere özgü garip bir heyecan, çocuğunun artık güvende olduğuna inancının getirdiği bir mutluluk ve kimilerinin canının fena yanacağına olan tecrübî bilginin yüklediği hüzün vardı…

Hızla kalkıp mutfağa gittim. Kahvaltı hazırdı. Gözlerim, yağlı ekmekleri bandığım bol şekerli paşa çayımda yüzen yağ tabakalarına dalarken, Değirmenci marka radyomuzda Hasan Mutlucan’ın davudi sesi “Yine de şahlanıyor aman, kolbaşının kır atı” diye tıngırdıyordu. 

Annemin, sokağa çıkma yasağı olduğunu söyleyerek kapıdan burnumu bile çıkaramayacağına dair verdiği ültimatom, sokaktan yaşıtlarımın seslerinin gelmesiyle hükmünü kaybetti ve anında dışarı süzüldüm. 

Bayram Yeri tam bir sessizlik içindeydi. Meydanda miğferli bir jandarma eri, arada yerdeki taşları tekmeleyerek tembelce dolanıyor ve arada bizi uyarıyordu. 

Bir süre sonra damperli bir kamyon ekmek dağıttı. 

Biz mübalağa meftunu gençler, sabahtan beri başka biriyle görüşmediğimiz halde, birbirimize abuk subuk hikâyeler anlatıyor, sonra da anlattıklarımıza kendimiz inanıyorduk. 

Hava soğuk olmasa da bazı evlerin bacalarından dumanlar yükselmeye başladı. Sakıncalı olabilecek kitap ve dergiler yakılıyordu.

Birkaç gün içinde, Türkiye’nin en kudretli kişisi Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Kenan Evren ile Biga’nın en kudretli kişisi Garnizon Komutanı Üsteğmen Ramazan Çakmak’ın isimleri zihnimize çıkmamak üzere kazınmıştı…

İlk günden sonra sokağa çıkma yasağı yumuşadı ve birkaç hafta da saat 17:00’den sabaha kadar sürdü.

Tek kanallı televizyonda, her akşam Ertürk Yöndem’in hafif aksanlı ve beton gibi resmi sesiyle, nasıl bir ihanete uğradığımızı, aramızda ne kadar çok vatan haininin bulunduğunu anlatan programları izliyorduk…

12 Eylül hiç bitmeyecek, en azından bin yıl sürecek gibi geliyordu. 

Siyasi gençleri İlyas Bayram Stadyumu’nun yanındaki kapalı spor salonuna toplamışlardı. Çıktıktan sonra, hem sağcılar hem de solcular, sağlam jandarma dayağı yediklerini anlatmışlardı ama birkaç yıl sonra Nokta dergisinde yayınlanan işkenceci bir polisin itiraflarını okuduğumuzda Bigalı gençlerin aslında ne kadar şanslı olduğunu anlamıştık.

12 Eylül’den önceki terör ortamı, insanları o kadar rahatsız ediyordu ki, tüm olayların bir günde ve bıçak gibi kesilmesi darbecilere büyük bir pirim verilmesine yol açtı. Kenan Evren’in darbeyi meşrulaştırmak için şehir şehir gezerek yaptığı konuşmalara olan teveccüh, her geçen gün darbecilerinin cesaretlerinin artmasına yol açtı. 

Kenan Paşa, iki taneden fazla siyasi partinin ne kadar anlamsız olduğunu söylüyor ve büyük bir alkış tufanı kopuyordu. 

Kenan Paşa, Avrupa ülkelerinin Türkiye’deki idamları eleştirmelerine tüyler ürperten bir açıklıkla yine meydanlarda cevap veriyordu: “Asmayalım da besleyelim mi?” Yine büyük bir alkış ve tezahürat…

Kenan Paşa, laiklik vurgusu yaptığı konuşmalarını Kuran’dan ayetlerle süslüyor, ortalık yıkılıyordu.

Kenan Paşa’nın fotoğrafları, kahvehanelerin, meyhanelerin, marangozhanelerin, bakkalların, kasapların, terzilerin ve cümle ticarethane duvarlarıyla otobüslerin arka camlarının vazgeçilmezi olmuştu. 

Demokrasiyi rayına oturtmak için, Türk milletine bol geldiği iddia edilen ve bir başka darbenin ürünü olan 1961 Anayasası yerine yenisi hazırlandı. 

1982 Anayasası çok tartışıldı. “Hayır” propagandası yapanların tutuklanıp yargılandığı bir süreç sonunda, kimin hangi oyu attığının belli olduğu zarf içinde verilen oylarlakabul edildi. 

O zamanlar Biga’da bir lise öğrencisi olan Kemal Gözler’in, Gırgır’da yayınlanan bir karikatürünü hatırlıyorum. 1982 Anayasası’nı hazırlayan Orhan Aldıkaçtı’yı geri kafalı bir hukukçu olarak çizmişti. Bugünün Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Kemal Gözler’i böyle bir ortamda yaşananlar adım adımoluşturuyordu.

Memuriyet mesleğine ana babasının iteklemesiyle girip, müteşebbis ruhunun örselenmesine yananlar, resmi plakalı araçlar gibi itibar kazanmanın keyfini sürdüler bir süre… 

Her resmi aracın ön camındaki, A5 kâğıda yazılıp, imza ve mührü eksik bırakılmamış “Görevli” yazısı, yıllarca bir ayrıcalık timsali olarak yollarda süzüldü.

***

Üç yıl sonra bir kasım akşamüstü Kızılay’dan Emek’e giden EGO’nun otobüsünde, o gün yapılan genel seçimlerle ilgili konuşan sandık görevlilerinin söylediklerine kulak misafiri oldum ve 12 Eylül’ün bitiş sürecinin başladığını idrak ettim. Hepsi büyük bir şaşkınlıkla ANAP’ın kendi sandıklarında birinci parti olarak çıktığını söylüyorlardı. 

Mecliste “iki buçukuncu parti” olması öngörülen ve hiç şans verilmeyen bir parti iktidara gelmişti… Dil Tarih’in solcu gençlerinin, “Çelişkiler keskinleşsin diye”, şakayla karışık kazanmasını umduklarını söyledikleri ANAP’ın iktidarı boyunca yapılanları 1990’larda bile anlamakta güçlük çektiğimi itiraf etmeliyim.

*** 

Birçok antidemokratik badire atlatarak on sekiz yıldır sürentek parti iktidarına ve 15 Temmuz 2016’da yaşananlara rağmen, bırakın 12 Eylül’ü, 27 Mayıs sürecinin bile atlatılmış olduğunu söylemenin pek kolay olmadığına inanıyorum.

Ancak, toplumun tüm unsurlarının uzlaştığı bir sözleşmeye sahip olduğumuzda takvim 28 Mayıs’ı ya da 13 Eylül’ü gösterecek…

*** 

12 Eylül ve 27 Mayıs gibi olayların yerel gazetelerdeki yansımaları tahmin edilebileceği gibi oldukça yüzeysel… Sadece resmi bildirilere yer veriliyor, otosansür şiddetli bir biçimde uygulanıyordu. Paylaştığım kupürler de bunu gösteriyor.

Bu nedenle o günlerde yaşananlarla ilgili geleceğe bırakılabilecek en güzel şeylerin anılar olduğunu düşünüyorum. 

Bugün en genci ellili yaşlarını süren o günlerin delikanlıları keşke yaşadıklarını yazsa ya da anlatabilse. En azından öğretmenler, canlı tarih ödevleri vererek bu günlerde yaşananları derleyebilse…

Keşke, her nesil seleflerinin acı tecrübelerinden ders alabilecek fırsata sahip olsa…

Keşke…

Biganın Sesi 12 EylülBiganın Birlik 12 Eylül