Hayata Bakışımız - 9

“Biz“, “onlar“ ve “yabancılar“ kelimelerini günlük hayatımızda sürekli kullanıyoruz. Peki, hiç oturup düşünüyor muyuz kimlere “biz“, kimlere “onlar“, kimlere “yabancılar“ dediğimizi? Sizce, bu kelimeleri, sınıflandırmaları desek daha doğru olur, gelişigüzel bir şekilde de mi kullanıyoruz; yoksa, kullanmadan önce uzun zaman boyunca bunlar üzerine derin derin düşünüyor muyuz? Hadi gelin bu soruların yanıtlarını arayarak “hayata bakışımızı“ gözden geçirmeye devam edelim.

“Biz“ dediğimiz zaman kimleri bu “biz“in içine alıyoruz, kimleri dışarıda bırakıyoruz acaba? Biz derken sınıflandırma kıstasımız hangisi? O kadar çok kıstasımız var ki, saymakla bitmez! Din, dil, ırk, mezhep, cinsiyet, meslek, yaş, maddi durum, ikâmet edilen muhit, ailenin kim olduğu, eğitim durumu ve aklınıza gelebilecek birçok sınıflandırma kıstası var elimizde. Bu sınıfa ait özelliklere sahip olanlara “biz“, olmayanlara “onlar“, bu özelliklere sahip olup olmadığından emin olmadıklarımıza da  “yabancılar“ ya da  “diğerleri“ diyoruz. Nereye giderseniz gidin, insanlar muhakkak sizi bu sınıflardan birine sokmak isterler. Bir köy kahvesine gittiğinizde bile, ilk olarak sizi baştan aşağı bir süzerler, kim olduğunuzu,  “kimlerden“ olduğunuzu anlamaya çalışırlar. “Kimlerden“ olduğunuzu anlayamazlarsa, gelirler kendileri sorarlar “kimlerdensin“ diye.  “Şunlardanım“ cevabını aldıktan sonra sizi “biz“e yakın görürlerse biraz rahatlarlar.  “Onlar“a yakın görürlerse ya sizi  “yabancılar“ sınıfına şutlarlar ya da sizi ablukaya alarak bir sınıfa sokma gayretlerini sürdürürler. Yani  “notunuzu vermeye“ çalışırlar.  Gerçi bu sınıflandırmaların sınırları vardır ama bu sınırlar her zaman net değildir.

Bu anlattıklarım birkaç sayfada anlatılabilecek şeyler değil. Üzerine ciltlerce kitaplar yazılmıştır belki de ve daha da yazılacaktır. Çünkü bu mesele, dünyadaki bütün insanların “hayata bakışları“nın temelinde olan bir mesele. İnsanları belli bir sınıfa sokmak istememizin temel sebebi, onlara bir değer biçmek, bu değerden yola çıkarak onlara nasıl davranacağımıza karar vermek ve bu davranış şeklimizi sürdürülebilir kılmaktır. Yani sürprizlerle karşılaşmak istemediğimiz için net bir sınıfa sokmaya çalışıyoruz insanları. Bu yüzden “ne olduğunu çözemediğimiz“ insanlara  “yabancılar“ diyoruz genellikle.  “Onlar“ın kim olduğu belli zaten. Ama buradaki asıl mesele, insanları sınıfa sokma merakımız değil; insanları soktuğumuz sınıfların genellikle “ezeli ve ebedi“ olduğunu düşünme eğiliminde olmamız. Sanki bu sınıflandırmalarımız “doğanın bir parçasıymış“ ve değiştirilirse doğanın bütün dengesi bozulurmuş gibi davranıyoruz. İnsanları böyle kesin bir şekilde sınıflara ayırınca ve onları bu sınıflara mahkûm edince,  “onlar“ ve “yabancılar“ dediğimiz insanlarla iletişime geçme imkânımızı azaltıyoruz.

Peki ama, insanları bu şekilde kesin sınıflara sokmak ve bu sınıflandırmalara göre insanlara yaklaşmak ne kadar mantıklı? Diyelim ki, bir ortamda on tane doktor var ve bu on doktor oturmuş birbiriyle sohbet ediyorlar. Doğal olarak,  bu on doktor da kendisini doktor olarak tanımlıyor. Sizce bu doktorların hepsi kendisini “doktor“ olarak tanımladı diye, aralarında kesin bir uzlaşı ve güven ortamı sağlanmış mı olacak? Bence bu o kadar da kesin değil. Bunun sebebi, bu insanların sadece doktor olmaması. Bu insanlar, aynı zamanda bir cinsiyete sahip. Peki, bu masada oturan doktorlar arasında, farklı cinsiyetteki doktorları “düşmanmış“ gibi gören bir doktor varsa ne olacak?  Farklı cinsiyetlere sahip insanların “notunu vermiş“ ve bu notu değiştirmemeye “ant içmişse“ ne olacak?  Alın size “biz“ ve   “onlar“ sınıflandırması!  “Yabancılar“a yer yok şimdilik burada. Diyelim ki, farklı cinsiyetler konusunda da sıkıntı yok. Gelin,  “dini inançlar“ kıstasını devreye sokalım. İçlerinde farklı dini inanca sahip insanlardan bazıları diğerlerini “küçük“ görüyorsa, onlara karşı “ön yargısı“ varsa ve bu ön yargısı onun diğer insanları “genellemesine“ neden oluyorsa ne olacak? Doktorluk nerede kaldı? Diyelim, bu meseleler konusunda da sıkıntı yok. Bu doktorlardan bazılarının statüleri diğerlerinden yukardaysa ne olacak? Ya içlerinden biri, bu statüsüne güvenerek diğerlerini küçük görmeye ve ezmeye kalkarsa ne olacak? Bakın, “yabancılar“a yine yer yok. Daha “biz“ dediklerimizle bile her zaman anlaşabileceğimizin garantisini veremiyoruz.  Doktorlardan bazıları ırkçıysa ne olacak? Ya da aynı cinsiyete sahip doktorlar birbirlerine saygı duymuyorsa? Sizde görüyorsunuz ki, meslek konusunda anlaşılsa cinsiyet konusunsa anlaşılamıyor; cinsiyet konusunda anlaşılsa dini inançlar konusunda anlaşılamıyor; dini inançlar konusunda anlaşılsa statü noktasında anlaşılamıyor! Sonuç olarak, muhakkak bir “ayrışma“, “gruplaşma“ ve “kutuplaşma“ ile sonuçlanıyor süreç. Bunun temel sebebi, yazının başında bahsettiğim mesele: İnsanların birbirlerini bir sınıfa sokmaları ve bu sınıflandırmadan vazgeçmemeleri. Böylece kimin “biz“, kimin “onlar“, kimin “yabancılar“ olduğu belli olmuyor. Bazı noktalarda birbirini “biz“ olarak görenler, bazı noktalarda birbirini “onlar“ olarak görüyor. Bazı noktalarda birbirini “onlar“ olarak görenler, bazı noktalarda “yabancılar“ olarak görüyorlar. Çünkü “yabancılar“ dediğimiz kişiler uzaklarda yaşayan insanlar olmuyor her zaman. “Niyetini anlayamadığımız“,  “nasıl düşündüğünü çözemediğimiz“ insanlara da “yabancılar“ diyoruz çoğu zaman. 

Bütün bunlara bakarak ne diyebiliriz sizce? Bence, “biz“, “onlar“ ve “yabancılar“ şeklinde yaptığımız her sınıflandırma  “bizden olmayan” yani “öteki“ yaratır. Buradan bir “ötekileştirme“ davranışı ortaya çıkar. Ülkemizdeki insanlarımız, hem kendi çocuklarını böyle yetiştiriyor hem kendileri diğer insanlara böyle yaklaşıyor hem de başka insanların kendilerine böyle davranmasını “doğal“ karşılıyor. Bir göz atalım bakalım ülkemizin durumuna, neler oluyor?  “Biz“den olmayanlar işe alınmıyor, dedikodusu yapılıyor, aşağı sayılıyor, yetenekleri göz ardı edilerek işsiz bırakılıyor, hakkı yeniyor, hakkını savunmak istediğinde de “bizden değilsin“diyerek bir daha hakkı yeniyor ve daha neler neler oluyor! Haa, istisnalar da oluyor elbette. Ne zamanki  “onlar“dan ya da “yabancılar“dan birileri başka birilerinin işine yarayacak oluyor, işte o zaman  “onlar“ ve  “yabancılar“ hemen “biz“ den oluveriyor. “Yahu, biz yanılmışız; aslında siz bizdenmişsiniz“deniyor. Yanlış anlaşılmasın, bahsettiğim bu davranışı sadece üç beş kişi değil, toplumumuzun çoğunluğu gösteriyor. Ne hikmetse, “onlar“ dediklerini yanlarında görmek istemeyenler,  “onlar“  “siz ’biz’den değilsiniz“ deyince isyan ediyorlar.

Peki ne yapacağız şimdi? Ne yapacağız biliyor musunuz, insanları tanımak için daha büyük bir gayret sarf edeceğiz,  sen “biz“ den değilsin deyip onları bir köşeye atmayacağız,  “onlar“ ve “yabancılar“ dediğimiz kişilerin sonsuza kadar böyle kalacaklarını düşünmeyeceğiz. Siz de çok iyi biliyorsunuz ki,  “biz“den dediğimiz insanlardan bize zarar vermeyen, güvenebileceğimiz insanlar var ama aynı zamanda “onlar“ ve “yabancılar“ dediğimiz ve kendilerinden korktuğumuz için uzak durduğumuz insanların içinden de  “biz“e bizden daha yakın olabilecek nice insan çıkacaktır.   “Onlar“ ve  “yabancılar“ her zaman düşman olacak diye bir şey yok. Bu saydığım insanlar, sadece “sizden farklı düşünüyor“ da olabilir! İsterseniz bir de bu ihtimali düşünün...