Asıl güç; kaba kuvvete, otoriterliğe, zorbalığa, paraya, geniş çevreye, makam ve mevkiye güvenmeden insanlarda saygınlık uyandırabilmektir; sadece insan olduğumuz için, kişiliğimize güvendiğimiz için, kendimiz olduğumuz için  “kendimize güvenmemizdir“ ve bunu  “güç olarak“ kabul etmemizdir.

Güç, günümüz dünyasında insanların sahip olmak istedikleri şeylerin belki de en başında gelmektedir. İnsanların çoğu güce ulaşmak için nasıl davranılması gerektiğini kara kara düşünürler. Belki de çoğu zaman düşünmezler; belli şeyleri yapmanın ya da belli şeylere sahip olmanın “güç belirtisi“, bunlara sahip olmamanın ya da ulaşamamanın da  “güçsüzlük belirtisi“ olduğu “genel inancına“ düşünmeden inanırlar ve “ne gerekiyorsa yapmak için“ didinip dururlar. “İnsanların birbirlerine hükmetme yarışı“ bütün dünyada hız kesmeden devam etmektedir. Belki de baş döndürücü bir hızla devam eden “hükmetme yarışı“nın bir anlık da olsa dışında kalmaya çalışarak bir kenarda oturup dinlenmek, olan bitene  “dışarıdan“ bakarak  “güç“ ve “güçsüzlük“ kavramlarını sorgulamak gerekiyordur.

İnsanların davranışlarına ve sözlerine baktığımız zaman “güç“ olarak tanımlanan birçok davranış ve söz olduğunu görürüz. Hiç şüphesiz bunların en başında “olabildiğince fazla paraya sahip olmak“, “parayla diğer insanları kontrol altında tutmak“,  “en iyi arabalara, evlere, ürünlere sahip olmak“, “olabildiğince fazla insan tanımak, başka bir deyişle “çevresi olmak“, “yüksek bir makam ve mevkiye sahip olmak“, “insanlara her istediğini yaptırmak“ gibi eylemler gelir.

Bunlardan bazılarına sahip olmak ya da bazılarını yapıyor olmak, kişinin “güçsüz, ezik“ olduğunu göstermez. Çok fazla paraya sahip olabilirsiniz. Burada asıl mesele, “zengin olmayan insanları“ kendinizden aşağıda görmektir; paranızı kullanarak onlara türlü yollarla psikolojik, fiziksel, maddi, manevi  “işkenceler yapma hakkını“ kendinizde görmenizdir.  Asıl mesele, ‘kendinizden güçsüzleri’ ezerek  “güçlü hale geldiğinizi“ düşünmeniz ve daha güçlü olmak için daha da ezmeniz, ezerken de  “daha az ezilmeniz“ gerektiğini düşünmenizdir. Toplumun zihnine kök salan bu düşünme biçimi, “güçsüz olduğunu düşünen“ insanların da  “güçlü olduğunu düşünen“ insanlar gibi davranmasına yol açıyor. Onlar da  “ezilmemek için ezmek gerektiği“ düşüncesinin “doğal, normal“ olduğunu düşünmeye alışıyorlar. Çünkü, doğumlarından ölümlerine kadar bu düşüncenin tam tersinin galip geldiğini ya çok az görmüşlerdir ya da hiç görmemişlerdir. Belki de tam da bu düşüncenin sorgulanması gerekiyordur!  Belki de “çok parası olan herkes güçlü değildir“! 

Şimdi, benim bu görüşümün oldukça “çocukça“ olduğunu düşünenler ve “züğürt tesellesi“nden başka bir şey olmadığını söyleyenler olacaktır. Ancak, mesele paraya sahip olmak değil, paraya sahip olduğu için “başka hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını düşünmek“tir! Düşünsenize, zengin birisi  “sırf zengin olduğu için“ bir insana bir şeyi yaptırabileceğini düşünüyor ve çoğu zaman da yaptırıyor. Ancak, burada bir zorlama, baskı var. Burada çoğu zaman bir “gönül rızası“ olmuyor. Sırf paranız olduğu için birisine bir şeyi yaptırmanız, o kişinin size ve sizin ‘kişiliğinize’ saygı duyduğunu göstermez. Belki de zoraki ve göstermelik bir saygı ‘gösterdiğini’ gösterir. Saygı duyduğunu göstermez! “Kişiliğime saygı duyduğu için dediğimi yapmasına gerek yok, sadece yapsın yeter!“ diyorsanız, o sizin “kişiliksizliğinizle övünme özgürlüğünüz“ derim. “Kendisinin güçsüz olduğunu düşünenler“ bu gibi durumlara itiraz etseler de durumun değişmeyeceğini düşünüyorlar. Bana göre, bir insan sırf parası olduğu için,  “parasını öne sürerek“ diğer insana bir şey yaptırıyorsa, buradaki asıl güçsüz “kendisinin güçlü olduğunu düşünen“dir. Düşünsenize, belki de “parasından başka bir şeyi yok“ bu kişinin! O kadar güçsüz ki “sadece parasını ileri sürerek“ insanlara sözünü geçirebiliyor. Parası olmasa, diğer insanla aynı ortamda bulunduğu zaman aslında ne kadar güçsüz, ne kadar muhtaç olduğu ortaya çıkacak. Belki de bundandır “paraya bu kadar düşkünlüğü“! Büyük bir eksikliği kapatma ihtiyacı! “Parası olmazsa ya da daha az olursa kendisinin dikkate alınmayacağı“ gerçeğinden kaçma ihtiyacı!

“Eee, tamam. Diyelim ki sen haklısın. Bu durum, zenginlerin fakirlerden daha iyi yaşadığı gerçeğini değiştiriyor mu?“ diye itiraz edenler olacaktır. Doğru, değiştirmiyor. Tam da böyle düşündüğümüz için değiştirmiyor zaten. Benim meselem,  “Birtakım görüşler öne sürdüm. Hadi düşüncelerimizi değiştirelim ve fakirliğin tadını çıkaralım“ demek değil ki! Bu yazıyı okuduktan sonra, yarın sabah işinize yürüyerek ya da minibüsle gidecek olmanız gerçeği değişmeyecek! Benim amacım,  “zenginler zengin olduğu için güçlüdür, biz de güçlü olmak istiyorsak onların davrandığı gibi davranalım” görüşünün temelinin sakat olduğuna dikkat çekmek ve bu düşünceyi sorgulamaya açmaktır. Bunun yerine, “Güçlü olmak için zengin olmak gibi bir hayale kapılırsanız kendiniz olmaktan çıkarsınız, işin sonunda da güçlü olmanızın bir önemi kalmayabilir.“ düşüncesini ileri sürmektir. “Başkası gibi davranarak mutlu olabileceğinize“ inanıyorsanız buyrun o zaman, yollar açık!

Sırf makamı ve mevkisi diğerlerinden yüksek olduğu için “güçsüzleri ezerek daha da güçlü olduğunu düşünen“lerde de aynı durum söz konusudur. Aslında karakter, ahlâk, maneviyat gibi noktalarda çoğu insandan daha aşağı bir konumda olan kişi, yetkisine güvenerek diğer insanları aşağılabiliyor. Bu yüzden, görevinde başarısız olduğu halde “makamını, mevkisini bırakmak istemeyen birisini görürseniz“, biliniz ki o kişinin “güçsüz olmaya gücü yetmiyordur“. Makamından, mevkisinden başka bir şeyi yoktur ya da çok azdır!

Makam ve mevkisi yüksek olduğu halde insanları ezmeye çalışmayan insanlar ile diğerleri arasındaki farkı zaten hepiniz anlarsınız, tarif etmeme gerek yok. Hatta çoğu zaman şaşırırsınız, “Ben bu makamda olsam insanlara bu kadar iyi davranmazdım“ dersiniz. Çünkü bu düşünceyi çoktan kabullenmişsinizdir.  “Güçlü sayılanların“  “güçsüz sayılanları“ ezmesinin doğal olduğu düşüncesiyle büyümüşsünüzdür.

“Çok geniş bir çevresi olmak“ da insanlarımız tarafından oldukça övülen bir durumdur. Burada “geniş bir çevresi olan“ herkesi kastetmiyorum. Kendisini tanımlarken “Çok geniş çevrem var“, “İstediğimi istediğim yerde işe sokarım, istediğimi işten attırırım“, “İstediğime torpil yaparım“ gibi cümlelerle büyüklenenleri kastediyorum. Sürekli olarak “Ben şunu şunu tanıyorum“, “Bir telefonla hallederiz“ gibi yüksek perdeden konuşanları kastediyorum. “Bunları bunları“ yapan kişi, çoğu zaman “kritik noktalarda“ tanıdıkları olduğu için ‘bunları bunları’ yapabiliyordur. “Ben birisinin hakkına girer miyim?“, “Kolaylık sağladığım bu kişi bu kolaylığı hak ediyor mu?“ gibi sorular aklına geliyor mudur, sanmam. Böylece ne oluyor; hak, hukuk, adalet, merhamet, liyakat, karakter, ahlâk gibi şeyler sahneden çekilmeye ve aslında “güçsüzlük olan“ şeyler “güç olarak“ görülmeye başlıyor. Karaktersizlik, beceriksizlik, bilgisizlik, acımasızlık, tarafgirlik, itaatkârlık, yalakalık gibi şeyler “güçlü olmaya giden yolda“ olmazsa olmaz nitelikler olarak görülmeye başlanıyor. Böylece, insanların “insan olma nitelikleri“ de ortadan kalkıyor.

Toplumumuzda  “güç“ olarak görülen temel şeylerden birisi de ‘şiddet uygulamak’tır. Şiddet uygulayabilen, fiziksel olarak kuvvetli ve diğer insanlara ‘korku salan’ kişiler güçlü olarak anılır. Özellikle içinde bulunduğumuz toplumda bunun tersini düşünmek, bu düşüncemizi ifade etmek oldukça garipsenir. “Sen güçsüzlüğüne kılıf arıyorsun“ sözleriyle karşılık verilir. Bir düşünsenize; bir insan diğer insana “aklıyla, fikirleriyle, davranışlarıyla“ etki edemiyor ve elleriyle, kollarıyla, kafasıyla, ayaklarıyla etki etmeye çalışıyor ve bunu güç olarak tanımlıyor. Şiddet uygulamak belki de en kestirme, en kolay, en “düşünmeye gerek olmayan“ yol bence. En güçlüler değil, “en güçsüzler“ sorunlarını sürekli olarak şiddet uygulayarak, küçümseyerek, alay ederek halletmeye çalışırlar. Elbette, “kendini veya başkalarını koruma“ veya buna benzer durumlar bunun istisnasıdır. Benim sözünü ettiğim yaklaşım, “Benimle tartışıyordu, ben de bir yumrukla cevabını verdim“, “Baktım bana karşı geliyor, iki tokatla işini bitirdim“ sözlerine sahip olanların yaklaşımı aslında! Aklı, karakteri, fikirleri, bilgisi, görgüsü yetmediği için diğer insanları şiddetle ve korkuyla yola getirmeye çalışanlar! Bunlar belki de en güçsüz insanlardır. Ancak, benim bu düşüncelerim bu topraklarda küçümsenir, düşüncelerimle alay edilir! Çünkü, ‘her türlü’ şiddeti uygulamanın doğallaştığı; kimin kime güce yeterse anlayışının baskın olduğu; şiddete başvurmayanların “enayi“, “güçsüz“, “ezik“,  “korkak“,  “pısırık“ olarak nitelendirildiği bir toplumda yaşıyoruz. “Şiddet uygulayanın“ değil de “şiddete maruz kalanların“ haksız görüldüğü; zorbalık, tehdit, şantaj, korkutma gibi eylemlerin “güç“ olarak görüldüğü bir toplumda yaşıyoruz. Şiddete uğrayanlarla “Senin elin armut mu topluyordu? sözleriyle, dolandırılanlarla  “Gözün nereye bakıyordu, sen de uyanık olsaydın?“ sözleriyle alay edilen bir toplumda yaşıyoruz.

Özür dilemenin, haksız olduğunu kabul etmenin, fikirlerin yanlış olduğu anlaşıldığında fikir değiştirmenin, insanlarla nazik bir şekilde konuşmanın, mütevazı olmanın, duygusal olmanın, ağlamanın, rica etmenin, teşekkür etmenin, yenilgiyi kabullenmenin, yol vermenin, başarısızlığı kabullenmenin, verebilecek bir cevaba sahip olmamıza rağmen sorun çıkmasın diye susmanın, tebrik etmenin, dürüst olmanın, eşitliği savunmanın, adaleti savunmanın, merhametli olmanın, fakir olmanın, yalnız olmanın, dar bir çevreye sahip olmanın  “güçsüzlük olarak“ algılandığı; bunların tam tersini yapmanın “güçlü olmak“ olarak algılandığı bir toplumda yaşıyoruz.

Sadece kendi isteklerimizin önemli olduğunu kabul etmenin, her türlü yola başvurarak insanların “bizim sözümüze“ uymalarını sağlamanın, insanları aşağılamanın, insanları kendine bağımlı kılmanın, onları peşinden koşturmanın, yalan söyleyebilmenin, yalanların ortaya çıkmamasını sağlamanın, aynı anda birden fazla insanı “elinde oynatmanın“, çok sayıda cinsel ilişkiye girmenin “güç olarak“; tam tersinin ise “güçsüzlük olarak“ algılandığı bir toplumda yaşıyoruz. “Güçsüz olmaya gücü yetmeyenler“ ile “güçlü olmaya gücü yetmeyenler“in olduğu bir toplumda yaşıyoruz.

Asıl güç; kaba kuvvete, otoriterliğe, zorbalığa, paraya, geniş çevreye, makam ve mevkiye güvenmeden insanlarda saygınlık uyandırabilmektir; sadece insan olduğumuz için, kişiliğimize güvendiğimiz için, kendimiz olduğumuz için  “kendimize güvenmemizdir“ ve bunu  “güç olarak“ kabul etmemizdir. İnsanların bizi sevmeyebileceğini kabullenmek ve onları bizi ‘sevmeye zorlamamak’tır. Asıl güç, ‘toplum nezdinde kabul görmeyen şeyler’ yapmamıza rağmen kendimize inancımızı kaybetmeden, değersiz olduğumuzu düşünmeden ‘tek başımıza da olsa’ yolumuza devam  edebilme  “gücünü“ gösterebilmektir. Asıl güç; ‘gücü kendimizden almamız’dır. Paramız, makam ve mevkimiz, çevremiz, fiziksel gücümüz, güzelliğimiz ve yakışıklılığımız bizi terk etse bile içsel  olarak güçlü kalabilmektir. Asıl güç;  “güçsüzlük“ olarak nitelendirilen çoğu şeyin aslında bir “güçlülük belirtisi“ olduğunu, ‘olabileceğini’ kabul etmek ve bunun tersini savunanlara karşı kendi fikrimizi cesurca savunabilmektir. Asıl güç; “sahip olmak“ değil, “olmak“tır. “Sahip olduklarımız“ bizi terk etse de “olduğumuz halden“ bir şey kaybetmemektedir. “Güçlü olmaya gücümüzün yetmemesini“ bir “güçsüzlük belirtisi olarak kabul etmediğimiz zaman“, işte o zaman gerçekten güçlü olmaya başlarız. Tüm dünya farklı düşünse de, herkes bize “güçsüz olduğumuzu“ haykırsa da “güçsüzlük belirtisi olduğu söylenen şeylerin bir güçlülük belirtisi olduğunu“ kabul ederek gerçekten “insan olma“ yolunda ilerleyebiliriz.