KIYIDA KÖŞEDE BİR YER

Merhaba erkeğe, kadına... Ağacın dalına, yaprağına... Solana açana, uçana kaçana, durana koşana, varana davranana merhaba. Merhaba; kıçında donu olmayana. Kıçından donunu çaldırana, dokunsan da dokunmasan da ağlayana... Ağlayana, gülen ayvaya, ayvayı yiyip de öylece baka kalana, merhaba. Merhaba; vecd ile bin secde edene, vecd ile secde ediyormuş gibi görünüp, inceden inceden götürene, merhaba...

Yazının girizgahı ortaoyunundan araklanmıştır. Ortaoyunu geleneksel Türk Tiyatrosu’nun dört ana dalından biridir. Tuluat yani doğaçlama üzerine kuruludur. Pişekar ve Kavuklu gibi karakterler ile çatışma yaratıp, oyunlarını sergilerler.

Geleneksel Türk Tiyatrosu denildiğinde Ortaoyunu, Meddah, Gölge Oyunu ve Köy Seyirlik Oyunları karşımıza çıkar. Geleneksel Türk Tiyatrosu’nun temeli doğaçlama üstüne kuruludur. Yazılı metin üzerinden oyunların oynanması Tanzimat dönemi ile başlar. Bu duruma inatla direnen ve gelenekselleşen tavrından ödün vermeyen kimi isimler olsa da gitgide azalmıştır.

Güllü Agop, Kel Hasan Efendi, Dümbüllü İsmail, Münir Özkul, Nejat Uygur, Ferhan Şensoy gibi isimler geleneksel Türk Tiyatrosu denilince akla gelen başlıca isimlerdir. Yer yer ve zaman zaman, geleneksel Türk Tiyatrosu, modern tiyatro ve akımlar ile ilgili kıyıda köşede bir yerde nacizane bilgilendirme ya da hatırlatma bilgilerini paylaşacağım. Özellikle geleneksel Türk Tiyatrosu hakkında bilgiler aktarmaya çalışacağım.

Mesela Ortaoyunu ya da Meddah gösterisi başlarken, sahneye teneke atılırmış. Bu durum oyunun başladığına ve oyuncuların ortaya gelişinin habercisi olurmuş. Hatta bazı meslek büyüklerinin alkış gelmediğinde ya da yeterli alkış gelmediği zaman ortaya (sahne) çıkmadıkları söylenir. Sahneye boş teneke atmak, zamanında önemli bir ritüel olarak gerçekleşiyor. Eee! Oyun beğenilmeyince domates, yumurta atılışı bu eyleme misilleme olsa gerek! Pekiyi, her ihtimale karşın, seyirci yanında domates yumurta mı getiriyormuş? Ortaoyunu ismi biraz da buradan gelmektedir. Bu oyunlar; halkın yoğun olduğu pazar ve çarşının en işlek noktalarında oynanırmış!

TANZİMAT VE İSTİBDAT DÖNEMİ..

Osmanlı Devleti’nin ilk padişahları her ne kadar sade ve gösterişsiz yaşasalar bile kısa bir süre içinde, Selçuklu geleneğine uygun hali almıştır. Selçuklu döneminde büyük ziyafetler verilir, çalgılar çalar, şarkılar söylenir, şiirler okunur, hikayeler anlatılırdı. Mudhik ve Mukallid karakterleri, yani güldürücü ve taklit edenler tarafından eğlenceler düzenlenirdi. Osmanlı sarayı da kısa sürede böyle bir hayatın yerleşip kökleştiği görülebilir.

Öncesinde yapılan saray içi şenlikleri saymazsak; sahne kavramının Türk Tiyatrosu’na sirayeti, Tanzimat ve İstibdat Dönemi’ne (1839-1908) denk gelir.

Geleneksel Türk Tiyatrosu’nun batılı olmaya başlaması bu döneme denk gelir. Batı ile Türk Tiyatrosu’nun ayrımı ise o dönem şöyle özetleniyordu... Batılı; bir bina içinde ve sahne üzerinde oynuyordu... Bu nedenle ayrımı belli etmek için ortaoyuncular, sahne üzerinde oynadıklarında "Perdeliye Çıkmak" deyimini kullanıyordu.

Batı Tiyatrosu’nun bu coğrafyaya girişinin, yenilikçi padişah III. Selim zamanı olduğunu,  II. Mahmut zamanında tiyatroya ilginin daha da çoğaldığını, iki açık hava tiyatrosunun inşaası ile söyleyebiliriz. İlk zamanlarda saray ve erkânı için temsil veren sanatçılar sirk topluluklarıdır.

Tiyatronun desteklenmesinin ana sebebi saray ve erkânının saygınlığı adına yapılan bir eylemdi. Tıpkı batılı ülkelerde olduğu gibi...

Dolmabahçe ve Çırağan saraylarında yapılan geçici sahneler 1800'lü yılların ortasına denk gelir. Abdülaziz dönemi; tiyatronun ve tiyatrocuların kısıtlandığı dönem olarak bilinir. O dönem saray dışı tiyatronun; altın çağı olarak tarihe geçmesini ise yüksek kademedeki devlet görevlilerine borçludur.

Abdülhamid dönemi ise tam tersine saray dışı tiyatroya, can çekişecek kısıtlamalar getirirken, saray tiyatrosunu ise yerli ve yabancı sanatçılar ile güçlendirildiği görülmektedir. Nacizane fikrim; bu eylemi, saygınlıktan çok, sanatın gücünü elinde bulundurma arzusu ile alakalı olduğunu düşünüyorum...

GÜLLÜ AGOP VE ASYA KUMPANYASI

Güllü Agop adına ilk olarak 5 Mayıs 1862 tarihinde rastlıyoruz. Şark Tiyatrosu ile Hugo'nun; "Kral eğleniyor" temsili ile tarihteki yerini almaya başlıyor. Daha sonra yönetmen ve oyuncu olarak katıldığı Vaspuran Tiyatrosu (İzmir) ve sonrasında başına geçtiği Asya Kumpanya çalışmaları ile bilinmektedir.

Güllü Agop adından da anlaşılacağı üzere Ermeni asıllıdır. Tiyatroculuk yaşamında hep Türk ve Ermeni toplumları arasında sıkışıp kalmış ve bocalamıştır. İki tarafı da hoşnut etmek için çaba sarf etmiştir. Ayrıca Güllü Agop, tiyatro bilgisi ve tecrübesiyle Mustafa Efendi'nin yazdığı "Leyla ile Mecnun" isimli oyuna katkı sunmuş ve sahneye çıkan ilk Türk oyunu olmasına vesile olmuştur.

İlk Türk oyunu olarak benimsediğimiz İbrahim Şinasi Efendi’nin "Şair evlenmesi" isimli komedyası, Dolmabahçe Saray tiyatrosunda oynanmak üzere yazarına ısmarlanmıştı. Ve tarih olarak da daha sonradır.

Özetlemek gerekirse Türk Geleneksel Tiyatrosu; tanzimat ile beraber gelen batılılaşma furyasında yozlaşmanın bir belirtisi olarak yorumlanmış ve sahip çıkan olmayışı ile baş döndüren bir değişimin ortasında son gösterilerini yaptılar.

Geleneksel Türk Tiyatrosu’nun halen bir elin parmakları kadar da olsa elbette temsilcileri mevcut. Fakat bu kültürün hala bir müzesinin olmaması, üzüntü verici bir durum. Kavuk ve fes devir teslim törenleri malumunuz! Yanı sıra bir müzenin ortaya çıkarılması, geçmişe saygı emaresi olacağı gibi aynı zamanda geleceğe bırakılacak bir miras olacaktır.

*

Sanırım bu haftaki yazımı sonlandırma zamanı geldi. Tiyatro yaşamın kendisidir. Ve yedi sanatın her birinden izler bulabileceğiniz bir sanat dalıdır. İlk sanatlardan biridir. Ve unutmayın ki sanat iyileştirir...