Çocukluğumuzdan beri neler duyduk, neler okuduk…

Hiç dostunuz var mı?

‘Dostum’ dediğiniz kaç kişi var?

Dostlarınız hayatınıza bir sebeple girdi. Neden çıkmadılar veya siz neden çıkarmadınız onları hayatınızdan?

Dost olabilmek için kaç yıl birlikte vakit geçirmek gerekir?

Çıksak sokaklara, anket yapsak, ne farklı cevaplar alırız. Siz de bir sorun kendinize, çevrenize… Neler duyacaksınız. Dostunuza sorun bir de. Neler söyleyecek size.

Çocukluğumuzdan beri neler duyduk, neler okuduk…

‘İnsanın 5 tane dostu olmaz. 1 tane dostu olur.’

‘Çok arkadaşın olur, ama dost var ya dost, o bir tane olur.’

‘Dost kara günde, kötü günde belli olur.’

‘Düşenin dostu olmaz.’

‘Dost, acı söyler.’

Bunlar gibi, dostluk adına bir sürü cümleler kurulmuş, öğretilmiştir bizlere.

Biz neye inanıyoruz? İnsanın sadece 1 tane dostu olacağına mı? Bu hayatta dost olmadığına mı?

Bir bakıyorum, ‘dostum’ kelimesi ağızlara pelesenk olmuş. Bir bakıyorum, ‘Dost yok arkadaşım. Yani var da, gerçek dost yok’ deniyor. Sahtesi, orijinali olur mu ya… Parfüm mü bu. ‘Bak bu sahte ama birebir orijinali gibi’ denilsin.

Dost kelimesi, Farsça dilinden Türkçemize geçmiştir. Türk Dil Kurumu’na göre dost kelimesinin anlamlarını derledim.

-Sevilen, güvenilen, yakın arkadaş, gönüldaş, iyi anlaşılan kimse, düşman karşıtı.

-Erkek veya kadının evlilik dışı ilişki kurduğu kimse, zamazingo.

-Bir şeye aşırı ilgi duyan, koruyan kimse.

-İyi geçinen, aralarında iyi ilişki bulunan.

Bir çok anlamı varmış dostun. Okuduğunuz gibi. TDK, dostu böyle tanımlamış. Tanımları bile bu şekilde olan dost kelimesine, belki de biz çok anlam yüklüyoruz, çok beklenti içine giriyoruz. Galiba…

Dostluk bence ne TDK’nda yazıldığı gibi, ne de atasözlerinde anlatıldığı gibi…

Dostlarımızın hepsi aynı yapıya sahip değil. Birbirinden farklı karakterlere sahip, yapıları birbirinden farklı, şahsına münhasır, her birinin ayrı zevkleri, ayrı acıları var. Uzun yılları birlikte devirmek gerektiğini düşünmüyorum. Beklentiler içine girip, ‘Şu günde yanımda olmadı, bu günde benimle ağlamadı, parasız kaldım, pulsuz kaldım bana sormadı’ gibi çıkar içeren, karşılık beklenen ilişkilerin dostluk olduğunu düşünmüyorum.

Dostluğu bir davranış biçimi olarak görüyorum. Hiç tanımadığım bir kişiye de dostça davranabilirim, duyarlı olabilirim, şeffaf olabilirim.

Kitaptan da dost olur, sanattan da, hayvandan da… İçine anlam yüklediğimiz herkesten ve her şeyden dost olabilir.

Böyle bakarsak, inanıyorum ki, dost kazığı tamlamasını hayatımızdan çıkartırız. Beklentilerimizi sıfıra indirebilir miyiz? Yaşadıklarımızdan başkalarını sorumlu tutmaktan vazgeçebilir miyiz? Bir aynaya bakabilir miyiz? Hiçbir beklentimiz olmadan, bir kişiye veya bir duruma, karşılığını ne zaman alacağımızı hesaplamadan davranabilir miyiz?

Eğer bunu başarabilirsek, hayatta bir sürü dostumuz olur. Kötü günü beklemeye gerek kalmaz. Aslında dostlarımız bizim iyi günümüzde yanımızda olur. Sizin çok çabalayıp başarıya ulaştığınız o anlarda, sizi kucaklar, mutluluktan ağlar, en mutlu günlerinizde yanınızda olurlar. Her şey normal giderken sizin bile farkında olmadığınız konularda sizi takdir ederler, motive ederler, gözlerinin içi güler, yagılamazlar, sorgulamazlar…

Ben, eve veya mağazaya eksikleri, ihtiyaçları alırken, alışveriş yaparken, dostlarım aklıma geliyor. Onlar seviyor diye alıyorum. Annem güzel bir yemek yapıyor, gönderiyor, dostlarım da yesin istiyorum. Kahvemi yalnız içmiyorum. Kahve bitmesin diye stok yapıyorum. Özel hissettirmekten, dinlemekten, anlamaktan mutlu oluyorum. Bunları yapabildiğim dostlarım olduğu için bu hayattan daha fazla keyif alıyorum.

Paylaşmak güzeldir, gerekirse acıyı, gerekirse de tatlıyı. Duyarlı olmak güzeldir. İnsan olduğumuzu hissettirir. Kalabalık olmak güzeldir. Kahkaha sesleri en ahenkli şarkı gibidir.

Hayatınızda ne dostlarınıza sayı sınırı koyun, ne de birbirinin aynısı olmalarını bekleyin. Birbirinizi tamamlayın.

Dilerim kötü gün dostlarınızdan daha çok iyi gün dostlarınız olur. Dostlarınız olursa çok, kötü gün görmezsiniz, kötü hissetmezsiniz, merhem olurlar.

Ölüm sizi ayırana, geride kalana kadar sevin, sevilin…