Zamanın izi

Bazı soruların yanıtı yoktur. Zaman nedir, sorusu da bunlardan biri. Felsefeciler, fizikçiler, sanatçılar bambaşka açılardan tanımlasalar da, aslolan hayatın değişmesi sanırım. Hayatın içine coğrafyayı, mekânları ve insanı katabiliriz; ama en çok insanı! Duyguları, düşünceleri, hayata bakışını belirleyen algıları ile insanı…

Hükümet Meydanı’nda; şadırvanın oturaklarından birine otursam, geleni geçeni, yapıları, araçları izlesem…. 20’li yaşlarında biri de yapsa bunu… Aynı yerlere bakıp bambaşka şeyler görürüz. İşte zaman budur…

Aynı yerlere bakıp başka başka şeyler görmemiz kelimelerimize, onların taşıdığı anlamlara da yansıyacaktır.  Çünkü insan ömründe çok yakıcı, etkileyici bir kavram da var: Hatıra!

Hatıralar, doğup büyüdüğümüz yerlerde kök salar. Varken yok olan binalar; hayattayken yok olan insanlar; yaşanan ve üzerinden yıllar geçtikçe anlamı değişen olaylar zaman kavramının içinde yeni yeni anlamlar kazanırlar.

İşte onlardan biri..  Anlatacağım, yaşı yirmilerde, otuzlarda olanlar için gülünçtür, değersizdir kuşkusuz; ama orta yaşı hızla geçmekte ve yaşlanmakta olan kuşağım için unutulmazdır.

Tam tamına 50 yıl öncesi.. Yaz ayları.. Şehirde herkesi heyecanlandıran bir söylenti: Televizyon artık Biga’da da seyredilecekmiş… Bu haber dalga dalga şehre yayılıyordu ama bırakın televizyon cihazını görmeyi, ne olduğunu bile bilmeyen çoktu.

Heyecanlanmıştık; çünkü olimpiyatlar vardı o yıl ve Türk güreşçileri çok iddialıydı. Gazetelerden okuyorduk, radyodan dinliyorduk. Merak ediyorduk, çocuktuk çünkü.

Bunu yazarken anımsadım: Çok genç yaşta kaybettiğimiz arkadaşım Ercüment Kürkçü’nün babası Hasan Amca’nın atölyesinde bir televizyon vardı. Arada açardık onu, “karlı” dediğimiz görüntüye sadece cızırtılar eşlik ederdi. Öyle bakardık ama ekrana. Bazen yoldan gelen geçen durur, “Napıyonuz len?” diye sorardı. “Televizyon izliyoruz görmüyor musun?” derdik. Eğilir bakar ama göremezdi. “Biz görüyoruz” derdik, kıkırdardık.

1972 yılı Ağustos ayı sonuymuş, yerel basını tararken gördüm. Bir vitrine televizyon konmuş ve olimpiyatlar izlenmiş. Hatırlamaz mıyım! Kaptan’ın mağazasına vitrinine konan televizyonun başından ayrılamamıştık. Şimdiki katlı otoparkın hemen yanında pasaj vardı (hâlâ duruyor mu farkında değilim), o pasajın hemen girişinde “Pek Ticaret” vardı, oraya da bir televizyon alıcısı kondu, her gece bir orada bir burada izlemeye çalıştık olimpiyatları.

Az önce dedim ya; aynı yere bakıp bambaşka şeyler görmek ve algılarımızın, kelimelerimizin ona göre oluşmasıdır zaman dediğimiz şey. Televizyon olağanüstü bir aygıttı. "Anten çevirme", “yayın arama”, “karlı/kumlu görüntü”, “yükseltici”, “regülatör” kelimeleri ne anlatır şimdi bize?

Zaman, böyle de acımasızdır. 50 yıl önce bir çocuğu heyecanlandıran, geceler boyu bir mağaza vitrininin önünde bekleten, rüyalarına giren olgu, şimdi hiçbir şey anlatmıyor.

İşte, zaman!