Pürüzsüz yollar… Otoyollarda nakit ödenen paralar, radyoda çalan şarkılar, özgür konuşmalar, geçişlerde verilen merhabalar…
İyi yolları bulmak lazımdır. Çünkü yollardan şehirlere varılır. Sahici aşkın tarifi yollarda anlaşılır. Yol fotoğraflarıyla anlamlar kanıksanır. Sınırlar ülkeleri ayırsa da gönüller aynı kalır.
Birkaç şey mutlu eder insanı: negroni, mojito, adalar falan filan. Yollarımda duraklar saklıdır. Bazı şehirler hem yaza hem de kışa yakışır. Bazı şehirlerde mutluluğu unutmayan insanlar vardır. Yunanistan şehirlerinde eğlenmek çok kolaydır.
Kavala, İtalya’da hissettiren oluşuyla tam bir yaz kasabasıdır. İnsan, kaldığı eve merdivenlerden yürüyünce; güneşe, aydınlığa, özgürlüğe, muhteşem kurabiyelere, bir kadeh içkiye ve çok şeye varır. Selanik ise hafif yokuşlu sokağındaki bir evin aşkını yıllardan beridir taşır ve taşırır… Yunan evlerinin karakteri hep aydınlıktır.
Alexandroupoli, uzo kokuludur. Temmuzda gittiğimde güneş, ocakta ise biraz yalnızlık. İyi otel DİAS, iyi ev; güzel kahvaltılar, mutlu eden kekler, iyi oluşlar… Deniz feneri yakınlarında yaşanır sabahlar ve akşamlar. Günbatımı koşmaları ve oturulacak güzel banklar da oralardadır.
Güne “kalimera” diye başlanır. Mahallenin fırınından peynir dolgulu simit alınır, dakikalarca sokaklarda dolaşılır. Kremalı börek aşk tadındadır. Burada sabahlar; hep kahveye, böreğe ve sahile yakındır.
Siestaya yakın zamanlarda, ferah ferah MASTİKA ve sabahtan akşama fredo espresso yudumlanır.
Ortalıkta Linet’ten ve Fedon’dan şarkılar dolaşır. Alexiou şarkıları, Yeni Türkü ayartıları ve Teodorakis / Livaneli yoldaşlığı… Rumca şarkılar, zamansız duyguların aynılığı ve örtüşmeyen fikirlerin ayrılığıdır.
Nisiotiko, ZURAFA, Barolo akşamları; Zafra ve Soufliotis sabahları... Mikel, Bruno, Coffee Island, Thema; sokağın kahvecileri... Radyoda Yunan müzikleri... The Shot’ta birkaç espresso ve güzel Yunan kızları… Coffee Berry’de Şair Rene’ye ve aşka adanmış çikolatalar, şiirlerle sarmaş dolaş kahve kokuları… Alexandroupoli’de olmak tam bir yaz kaçamağı. Sahildeki anason kokularına karışan duygular… “Aşığınım sana dokunamasam da…” ya da “Olmasa mektubun…” diye başlayan ve öyle sürüp giden şarkılar... Zopyron’da muhteşem kahvaltı ve hayata gülümseyen “Despoinasal”… Salgamış’a hep ama mutlaka çakılan bir selam… Ana caddelerde ve ara sokaklarda doğaçlama girilen dükkanlar, daha sonra uğramak için aklımıza yazdığımız mekanlar… Makri’de denizle serinleyen ten ve ruhumuza ışık veren güneş…
Alexandroupoli notlarım, odamdaki sahil taşlarım ve kasabaya yeniden gidiş hazırlıkları…
O zaman yaz için bir aperol spritz, sokaklar için uzo ve dostluk için bir kahve kaldıralım. Sahilde sabah ayazı vurup dursun yüzümüze. Gün doğumunu görmesek bile oturup konuşalım.
Güneşi içelim ve aydınlığı seçelim.
Radyomuz açık olsun…
Böyle böyle savunalım sevdayı…
Böyle böyle yüceltelim dönüp dönüp geldiğimiz kasabaları…