MUHTARIN KÖŞESİ - Fıkra anlatmayı severim. Dağarcığım da geniştir. Muayyen zamanlarda “fıkraların gücü adına” der, girizgâhı fıkralarla yaparım.  

Fıkra anlatmayı severim. Dağarcığım da geniştir. Muayyen zamanlarda 'fıkraların gücü adına' der, girizgâhı fıkralarla yaparım.  

Bilinen fıkradır. Hoca Nasrettin’in köyüne, bakılması için bir fil gönderir Timur. Adını anarken korkudan titreyen köylüler, Timur’un emrine naçar uyarlar. Fakat her geçen gün, fili beslemek başlı başına bir dert olur köylülere. Sonunda Nasrettin Hoca’nın riyasetinde bir heyet oluşturup fili geri vermeye karar verirler ve Hoca önde heyet arkada varırlar Timur’un otağına. Tam çadıra girecekleri anda, Hoca arkasına bir bakar ki heyetten kimse kalmamış etrafında. Timur 'ne istersin bre!' diye höykürünce hocanın dizlerinin bağı çözülmüş; “Efendim biz bu filden çok hoşnuduz, mümkünse bir tane daha istiyoruz.”

Fıkrayı şimdilik burada beklemeye alalım… Nasılsa sonunda bir hususa iskele yaparız.

Ömrümüz sosyal faaliyetlerin içinde geçti. Derneklerde yöneticilik, başkanlık yaptık. Yapmaya da devam ediyoruz. Kaşıntımız tuttu siyasete soyunduk. Siyaset esnafı olmadan, sıfırdan ilçe teşkilatı kurduk. İlk seçimde boyumuzun ölçüsünü alınca da affedersiniz kıç üstü oturduk. Kaşıntımız geçmedi yine ucundan kenarından siyaset erbabı ile hemhal olmaya çalışıyoruz. Yetmedi, şimdi de köyümüzde muhtarlıkla iştigal ediyor; elimizden geldiğince, dilimiz döndüğünce  önce vatandaşın verdiği oyun hakkının karşılığını; sonrasında da devletin  bahşettiği maaşın karşılığını bihakkın vermeye gayret ediyoruz.

Kendimi sık sık iç denetime alır; kendi kendimi tanımaya çalışırım. Şahsımla ilgili tespit edebildiğim en önemli hususiyet şu: İnsanlar bana aynı huyumdan dolayı ya çok kızıyor, ya da teveccüh gösteriyorlar.

Yeri ve zamanı geldiğinde bir işin peşini bırakmam. Bıktırıp yıldırana kadar onun mücadelesini veririm. Salak değilim elbet. Baştan cazip gelen bu tavır, zamanla antipatik kılmaya başlar beni. Başlarda uçuşan sempatik tavırlar, empatik duygular bir anda kaybolur… Muhataplarımın topu taca atmaları, kaçak güreşmeleri, zamanla  görmezden gelmeye başlamak şeklinde  arz-ı endam eder.  Göz temasları kesilir, telefonlar açılmaz; cevapsız aramalara dönüşler olmaz. (Yazarın iç sesi: Bugünler de geçer ya huu!..)

Bu cümlelerin içerisinde kerameti kendinden menkul kişiler, kıtipiyoz tipler, katakulli erbabı bilcümle zevat-ı muhterem kendilerine yer bulabilirler. Benim tek tek ayıklayacak halim yok. Onlar kendilerini bilirler.

Biz yeri gelir Yeşilçam melodramlarının salon  erkeği olmayı da bilir; yeri geldi mi de sokağın lisanını da muhataplarımızın üzerine boca ederiz.  Çok şükür ki kimseye diyet borcumuz da yok.

Belli kimselerin zilleti karşısında dik durmayı da bilir; muayyen muhteremlerin iyi niyetine müsamahakâr davranmayı da kendimize vazife ediniriz.

Hasılı elma demeyi de biliriz, alma demeyi de…

Hadi biraz da narsistçe bir yaklaşım sergileyeyim de daha da sevimsiz hale geleyim. İnsanların, özellikle siyaset erbabının genel bir korkusu var. Kendilerinden daha akıllı, daha müktesebatı geniş, daha öne çıkabilme potansiyeli olanları pek görmek istemezler etrafında. Rol çalacaklar korkusuyla uzaklaşmaya başlarlar bu sakıncalı piyade, fakir-i pür taksir kuldan. Şöyle etrafınıza bakarsanız mebzul miktarda görürsünüz onlardan. 

“Ya ayağımızın altına karpuz kabuğu koyarsa; ya koltuğumuza göz dikerse; ya da çıkışları ile bizi gölgede bırakırsa” gibi saiklerle irtibatı kesmeye başlarlar.

(Yazarın bir daha iç sesi: İrtibatı koparmayalım babaaa!.. TV dizisi Ekmek Teknesi’nden araktır.)

Korkmayın yav. Vallahi öyle bir niyetim yok!

Bütün bunları dün de yaşadım; bugün de yaşamaya devam ediyorum. Yarınlarda yaşayacağıma yüzde yüz eminim. İnsanların tıyneti değişmiyor kolay kolay anlayacağınız.

Benim için hava hoş. Bu konuda oldukça şerbetliyimdir; onu da Turgut Özal vari  'açık seçik' beyan edeyim.

Köyümüzde modası geçmeyen bir lafla bu bahsi kapatmaya çalışayım.

“Size don olan, bana şalvar olur”

Rahat rahat olur yani.

Bu narsistçe yaklaşımı siz hedonistçe de bulabilirsiniz sevgili okurum. Okuyunca inşallah kulağına kar suyu kaçar da ; kulağına kar suyu kaçan hamsi misali karaya vurursunuz. Biz de görürüz mah cemallerinizi…

Ha! Hoca kim, çadır nerede, köylüler ne oldu? diye soracak olursanız; dağa kaçtı, yandı bitti kül oldu demeyeceğim. Onu da siz bulun gari.

Amerikan filmleri gibi tam bitti derken son birkaç kelam daha. Bir taraftan klavyenin tuşlarına basarken, diğer taraftan Spotify’den dinlediğim şarkı sözleriyle yazıyı bağlayayım:

Hatasız Kul Olmaz (Orhan Gencebay)
Bir Teselli Ver ( Orhan Gencebay)
Dost Bildiklerim (Zeki Müren),

Kıyağımı da unutmayın…