10 yaşına girmiş bir çocuk annesi ve aynı zamanda 10 yıldır annelik deneyimi olan bir kadın olarak çocuğumun yaşadığı hayatın yarısında en çok ‘korkma’ diye telkinler vermişim.

Neden peki?

Çünkü…

Yağmur yağdı, sel oldu.

Sıcak oldu, ormanlar yandı.

Birileri bir şeyler yaptı ya da yedi, salgın oldu.

Tabiatın kalbi kırıldı, deprem oldu.

Okul başladı, evlerimiz okul oldu.

Ve daha niceleri.

Çok fazla değil mi bunlar ama ya!

Gözlerinizden korku akarken; ‘korkma’ demek ne kadar inandırıcı çocuğa?

‘Korkma’ deyip ardından kuralları anlatıyoruz.

‘Gece deprem olursa, yatağının hemen yanına yere, cenin pozisyonu al’,

‘Virüs geçmesin, ellerini sık sık yıka, oyun oynarken yakın temasa geçme, yolda kimseyle konuşma, tanımadığın insanlardan yardım isteme...’

‘Sınav benim için önemli değil ama sistem bunu emrediyor...’

Bir sürü yalan dolan.

Evet, başa gelelim. Neden biz bu çocuklara sürekli ‘korkma’ diyoruz demiştik.

O, moda olan kelime ile cevap vereyim.

Travmaları olmasın diye.

Hani diyor ya ailemiz bize, ‘Biz sizin üstünüze bu kadar düşmedik, çikolata istediniz, yediniz, çayı şekerli içtiniz, sokakta sabahtan akşama kadar oynadınız, okula kendiniz gittiniz, geldiniz’ diye… Böyle bir dizi hikaye.

Biz büyürken kaygı bilmedik ki…

Varsa yedik, yoksa olmasını bekledik.

Sokaktaki amcalar sosyalleşmek için çok ideal bir araçtı. Çikolata azdı ve zehirlemiyordu. Şeker pancardan üretiliyor, kendi fabrikalarımızda işleniyordu. İlkokulda rasyonel sayıyı öğrenmiyorduk ama cebinizdeki paranın hesabını yapmayı bugünden çok daha kolay öğrenmiştik.

En önemli şey yardımlaşma, paylaşmaydı…

Ben böyle büyüyen bir nesil olarak bu kadar kaygıya hem dayanıp, hem de ‘korkma’ diyerek yeni bir nesile nasıl rehberlik edeceğim…

Bana kim destek olacak.

Bana kim ‘korkma’ diyecek.

Bağıra bağıra korkuyoruz. Ağlaya ağlaya korkuyoruz.

Gün yüzü görmüş çocuklar olarak neden güneşe selam veren nesiller yetiştiremiyoruz.