Diyelim ki insan nisana bir İstanbul kahvaltısıyla başlıyor. 1 Nisan’daki doğmuşluğumu anımsayan herkes ruhumu okşuyor.

Buralar ilkyaz kokuyor.

(Jack London okumak kehanetlere saygıdır: Bunaltıcı, yanıltıcı, yabancılaştırıcı, tüketime zorlayıcı bir işleyiştir kapitalizm)…

Rekabete abananlar kapitalizmi büyütüyor.

Her palyaçonun burnu biraz da bu yüzden kızarıyor.

Hiçbir şey aşkın yerine konamıyor. Kapitalizmi reddetmek aşklara yol açıyor.

Diyelim ki insan nisana bir İstanbul kahvaltısıyla başlıyor. 1 Nisan’daki doğmuşluğumu anımsayan herkes ruhumu okşuyor.

Şaka gibiyim. Her şeyin mizahını yapıyorum.

Yıl bilmem kaç. Okan Bayülgen Gece Kuşu’na başlıyor. Güzel bir mikrofonu var. Tek başına takılıyor, çok konuşuyor..

Çok yıl geçti… Artık herkes dünyayı istila ediyor.

Siyah beyaz yılların hükmü azaldıkça kapitalizm azıyor.

Yaygaralar kopuyor; gazeteler bastırılamaz heyecanların felsefesini yazıyor.

Sartre’a göre sanatın alanındaki “güzel” kışkırtılmış bir hayal oluyor.

Tarkovski ve Bernard Shaw öyle diyor: “Kötü tasarlanmış dünya” ve “gerçekliğin hoyratlığı” sanatı var ediyor.

Oyun bitiyor ama yüzümüz hâlâ gülüyor. İçimizde her zaman “ufak tefek cinayetler” geziniyor.

Penelope Cruz’u çok seviyorum. Esmer ten sendromu yaşıyorum. Pedro Almodovar filmi ve biraz Janis Joplin müziğiyle büyüyor komünizm.

Saatimi ruh halime göre ayarlıyorum. Kendimi ayartıların içine sürükleyip bırakıyorum.

İsteğim var. Bir İstanbul iskelesinde şiir yazıp denize atacağım.

Radyo tiyatrosunda fikirlerimi oynayacağım.

Oyun içinde oyun planlıyorum; prömiyeri yakında…

Faşist Falanjistleri de tarih yargılıyor.

Tüm karakterleriyle Şubat’ın 28. bölümü başlıyor…

Kargaları seviyorum, topaçlarım dönüyor…

Mevsimlerden herkes için eşit kokular geliyor…